Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

TOPLUMSAL ÇIKARLAR KORUNMADAN, KİŞİSEL ÇIKAR OLUR MU?

Temel ile Dursun, iki samimi arkadaş, Amerika’ya giderler ve New York’a yerleşirler. Ve tabii, Karadenizli genlerine en uygun olan iş olan müteahhitlik firması kurarlar. En büyük sorunları, Belediye’nin imar mevzuatı ve uygulamalarıdır. Bir süre sonra Dursun New York Belediye Başkanı olur. İmar konusunda, her şeyi canlarının istediği gibi yapabileceklerini düşündüklerinden keyifleri yerindedir. Ama, bakarlar ki, “Belediye Meclisi” denen belâ bir yer var. Dursun, bu durumu Temel’e anlatır ve der ki; -Bak temel, inşaat ruhsati için projeyi getireceğin zaman, kaç kat istiyorsan onu yaz, problem yok verebiliriz. Ama, inşaata başladıktan sonra, o kat sayısını değiştirmek imkânsız. Projeleri bana ona göre getir. Temel, “Tamam.” der ve ilk projeyi getirir, Manhattan adasında bir gökdelen yapacaktır ve istediği kat sayısı 120’dir… Dursun, inşaat ruhsatını verir. Temel bir süre sonra inşaatı bitirir, sıra “Yapı Kullanma İzin Belgesi” almaya gelmiştir. Belediyenin ilgili teknik ekibi gelir, bakar ki bina 120 değil,  121 kat! Belediyede kıyamet kopar; zorlu tartışmalardan sonra, o bir kat ruhsata ilâve edilir; ama, Başkan Dursun’un da, o tek bir kat için verdiği mücadelede, adeta göbeği çatlamıştır! Bir süre sonra Temel yeni bir gökdelen projesi ile gelir. Dursun ona; -Bak Temel, geçen seferki gibi olmasın. Kaç kat istiyorsan, müracaatını ona göre yap, problem yok. Ama, inşaat bittiğinde de o kat sayısı aynı olsun. Temel, yine “Tamam.” der ve 130 katlı yeni gökdelenin inşaat ruhsatını alır. Bir süre sonra o inşaat da biter ve  “Yapı Kullanma İzin Belgesi” için, Belediyenin ilgili teknik ekibi binaya gelir. Bakarlar ki, bina 131 kat! Tabii, Belediyede yine kıyamet kopar ve meclisten bu sefer “red” kararı ile birlikte, ağır bir de para cezası çıkar. O akşam, Temel ve Dursun ikisi birlikte bir bara giderler dertleşirler. Dursun, “Ula uşağım sana kaç kere söyledim. İnşaat ruhsatı için geldiğinde kat sayısını istediğin gibi getir. Ama inşaat bittiğinde bina aynı o kadar kat olsun diye… Neden böyle ediyorsun?” Temel, “Tursun, ha sen bu işi bilmiyor musun? Bu bok yiyenin kârı, o en sondaki bir kattadır; ondan nasıl vaz geçerim?” diye karşılık verir. “İLAVE KAT” İŞİ KOLAY, YA YOLLAR VE ALT YAPI?!. Muhtemelen tüm Türkiye’de de öyledir; ama, Balıkesir’de, ilk imar planları yapılırken, mesela 4 katlı binalar için planlanan semtlerde, caddelerde ve sokaklarda, mesela, Milli Kuvvetler ve Anafartalar caddelerinde olduğu üzere, zamanla, binaların 8-10 katı bulduğu görülür. “İşini bilen” vatandaşlar, yine “işini bilen” belediyecilerle olan, al takke-ver külah ilişkilerle, ilk inşaat ruhsatında 4 kat olarak inşa edilen binanın üzerine, mesela bir 4 kat daha inşa ederler. Hiç, hiç kimse, önce inşa edilmiş olan o ilk 4 katın, daha sonra bindirilen 4 katı taşıyıp taşımayacağını düşünmez! Dahası, 4 katlı binalara göre oluşacak nüfus yoğunluğuna ve sosyal hareketliliğe göre planlanmış olan yollar, kanalizasyon, su, telekomünikasyon ve elektrik şebekeleri de buna göre arttırılamayacağından, bunların, ilave 4 katla gelen yeni nüfusun ihtiyaçlarına ve sosyal hareketliliğe cevap verip-vermeyeceği de kimsenin derdi değildir! İlâve katlardan kaynaklanan sorunlar ortaya çıkmaya başladığında, çoğu zaman, o katların yapılmasına şu ya da bu şekilde müsaade eden belediyeciler yerlerinde olmayacaklarından, problemler yeni gelenlerin kucağına oturacaktır. Maalesef, durum, tüm ülke genelinde olduğu gibi, Balıkesir’de de bundan pek farklı değildir! Bir de, merkezi yönetimlerin, tüm ülkeyi kapsayan, “imar affı”, “vergi affı”, “öğrenci affı” vb gibi rezil uygulamalar da, bu işlerin üzerine, adeta tüy dikiyor! “FELAKET GÜNÜ”NE KADAR, DOLUDİZGİN YOLA DEVAM! O “vatandaş” denen beyinsiz kitle ise, sanki her şey gözlerinin önünde olmamış gibi, problemlerin önceki dönemden kaynaklandığını akıllarına bile getirmeden, yeni gelenlerden çözüm üretmelerini beklerler ve talep ederler! Tabii, o yeni gelenler de, “eskilerin rant uğruna sebep oldukları problemleri çözmek bizim işimiz değil” diye düşünerek, kendi kişisel (ve /veya gruplarla ilgili) rant imkânlarının peşinde koşarlar ve onlar da gelecekte yeni problemlerin ortaya çıkmasına sebep olurlar. Böylece, problemler, zamanla kümülatif olarak artmaya devam eder; ta ki, meselâ geçtiğimiz haftalarda Rize’de ve Bozkurt’ta yaşanan sel felaketleri gibi, yeni bir afet meydana gelene kadar. Yaşanan afetten sonraki birkaç yıl (o da sadece “göstermelik” olarak), gerek hükümet ve gerekse belediyeler tarafından, güya tedbirli uygulamalar yapılır... Ama, o uygulamalarda bile, daima, uygun bir zamanda ranta dönüştürülmek üzere, opsiyonel davranışlar eksik olmaz! Mesela, binaların inşaatları, ruhsatlı projeye uygun olarak tamamlanır, “Yapı Kullanma İzin Belgesi” alındıktan sonra binada yapılacak değişiklikler önceden planlanmış olduğundan, işler o istikamette devam eder. Tüm Türkiye’de “yap-sat müteahhitliği” denen işi yapanlar, binaları satarken, işte o sonraki değişiklikleri göz önünde bulundurarak fiyat belirlerler ve müşterileri ile pazarlıklarını da ona göre yaparlar. Kanuna ve tekniğe karşı hile uydurmakta ve bu hileleri en yaygın şekilde uygulamaya koymakta, sanırım, bizden çok daha yetenekli başka bir millet yoktur! SUÇ, DAİMA VE HATTA SADECE, İŞBAŞINDA OLANLARDADIR! Bizde hiç kimse, gelişmiş Batı ülkelerinde, herhangi bir şehirde, onyıllar (hatta yüzyıllar) boyunca binaların genel özelliklerinde hiçbir değişikliğin olmadığını görmek istemez. Kişi başına motorlu araç sayısı Türkiye’nin birkaç misli üzerinde olan ülkelerin yollarında, neden bizdeki kadar izdihamların yaşanmadığını ve araçların, trafik akışını engelleyecek şekilde yol kenarlarına park edilmediğini de anlamak istemeyiz! Kanuna ve tekniğe karşı hile konusunda inanılmayacak derecede uzmanlaşmış ve problemlerin asıl kaynağı haline gelmiş olan bizim şu “vatandaş” dediğimiz zümre, yaşadığı (ve kendince “problem” olan) her konuda, sadece ve sadece işbaşında bulunanları suçlayarak (ki, onlar da, maalesef çoğu zaman bunu hak ederler), problemlerin “kalıcı” hale gelmesini sağlar. Toplumsal hayatın, kurallar olmadan yaşanamayacağını ve sürdürülemeyeceğini düşünmüyoruz. En küçük bir işimizde dahi kurallar umurumuzda değildir; eğer kuralları çiğnemenin bir yolunu bulursak, tereddüt etmeden ihlal ederiz ve bu ihlalle de, çevremizdekilere karşı övünürüz. HUKUK, DEVLETE DEĞİL, HALKA AİTTİR! İnsanların ve kurumların hak, sorumluluk ve yetkilerini belirleyen kuralların asıl sahibi olan “vatandaş” (ister yönetici, ister yönetilen olsun fark etmiyor) nedense kişisel (ya da grup, cemaat), çıkarları bağlamında, kuralları çiğnemek konusunda (kendisine gelebilecek muhtemel riskler dışında) asla tereddüt etmiyor! Bu nokta, gelişmiş ülke insanları ile geri kalmış ülke insanları arasındaki en temel göstergedir. Zira, gelişmiş toplumlarda, insanlar, huzurlarını ve yaşamsal konforlarını, en genel ifadesi ile, “hukuk” denen yürürlükteki kurallara borçlu olduklarının bilincindedirler. Ama, geri kalmış toplumlarda, bireyler (toplumsal huzur ve yaşamsal konforla değil), her türlü kuralı çiğneyerek elde edecekleri “kişisel çıkar ve konfor” peşinde koşarlar; dolayısı ile, pire kadar kişisel çıkarları için, topluma ait deve kadar varlıkların yok edilmesine aldırmazlar. “HIRSIZLIK, GEÇMİŞTE DE YOK MUYDU?” Kişisel ya da mensubu bulunduğu grubun çıkarlarını, toplumsal genel çıkarlar bağlamında elde etme kültürü gelişmediğinden, bizde, bu konuda iyimser olmak maalesef pek mümkün değildir. Yani, kişisel ve grup çıkarları, ancak “kamusal ortak ve genel çıkarlar korunduktan sonra”, oradan alınacak güç ve imkanla elde edilmesi gerekirken, bizde bu husus kimsenin umurunda değildir. Dahası, özellikle 1980’den bu yana toplumda yaygın hale gelmeye başlayan, “hangi yolla ve ne pahasına olursa olsun kişisel çıkar peşinde koşma” kültürü, bugün artık, izlenecek yol ve yöntemler konusunda meşruiyet gereğini de ortadan kaldırmıştır. Maalesef artık bugün, geçmişte meşru sayılmayan, mesela “kamu mallarını zimmete geçirmek” gibi pek çok husus, insanlar için adeta meşru (ve hatta makbul), yaygın ve örgütlü faaliyetler haline gelmiştir. Böyle bir konu konuşulduğunda, insanların tavırları ve tepkileri sadece, “İyi de, bunlar geçmişte de olmuyor muydu?”dan ibarettir. Ve hiç kimse, “Elbette, geçmişte de böyle şeyler oluyordu; ama, gayri meşru işler, hem bu derce yaygın değildi, hem de tespit edildiğinde devlet gereğini yapıyordu. Şimdi ise, her şey açıktan yapılıyor, ancak ortada işlem yapan bir devlet yok.” demiyor!
Ekleme Tarihi: 22 Ağustos 2021 - Pazar

TOPLUMSAL ÇIKARLAR KORUNMADAN, KİŞİSEL ÇIKAR OLUR MU?

Temel ile Dursun, iki samimi arkadaş, Amerika’ya giderler ve New York’a yerleşirler. Ve tabii, Karadenizli genlerine en uygun olan iş olan müteahhitlik firması kurarlar. En büyük sorunları, Belediye’nin imar mevzuatı ve uygulamalarıdır. Bir süre sonra Dursun New York Belediye Başkanı olur. İmar konusunda, her şeyi canlarının istediği gibi yapabileceklerini düşündüklerinden keyifleri yerindedir. Ama, bakarlar ki, “Belediye Meclisi” denen belâ bir yer var. Dursun, bu durumu Temel’e anlatır ve der ki;

-Bak temel, inşaat ruhsati için projeyi getireceğin zaman, kaç kat istiyorsan onu yaz, problem yok verebiliriz. Ama, inşaata başladıktan sonra, o kat sayısını değiştirmek imkânsız. Projeleri bana ona göre getir.

Temel, “Tamam.” der ve ilk projeyi getirir, Manhattan adasında bir gökdelen yapacaktır ve istediği kat sayısı 120’dir…

Dursun, inşaat ruhsatını verir. Temel bir süre sonra inşaatı bitirir, sıra “Yapı Kullanma İzin Belgesi” almaya gelmiştir. Belediyenin ilgili teknik ekibi gelir, bakar ki bina 120 değil,  121 kat! Belediyede kıyamet kopar; zorlu tartışmalardan sonra, o bir kat ruhsata ilâve edilir; ama, Başkan Dursun’un da, o tek bir kat için verdiği mücadelede, adeta göbeği çatlamıştır!

Bir süre sonra Temel yeni bir gökdelen projesi ile gelir. Dursun ona;

-Bak Temel, geçen seferki gibi olmasın. Kaç kat istiyorsan, müracaatını ona göre yap, problem yok. Ama, inşaat bittiğinde de o kat sayısı aynı olsun.

Temel, yine “Tamam.” der ve 130 katlı yeni gökdelenin inşaat ruhsatını alır. Bir süre sonra o inşaat da biter ve  “Yapı Kullanma İzin Belgesi” için, Belediyenin ilgili teknik ekibi binaya gelir. Bakarlar ki, bina 131 kat!

Tabii, Belediyede yine kıyamet kopar ve meclisten bu sefer “red” kararı ile birlikte, ağır bir de para cezası çıkar. O akşam, Temel ve Dursun ikisi birlikte bir bara giderler dertleşirler.

Dursun, “Ula uşağım sana kaç kere söyledim. İnşaat ruhsatı için geldiğinde kat sayısını istediğin gibi getir. Ama inşaat bittiğinde bina aynı o kadar kat olsun diye… Neden böyle ediyorsun?”

Temel, “Tursun, ha sen bu işi bilmiyor musun? Bu bok yiyenin kârı, o en sondaki bir kattadır; ondan nasıl vaz geçerim?” diye karşılık verir.

“İLAVE KAT” İŞİ KOLAY, YA YOLLAR VE ALT YAPI?!.

Muhtemelen tüm Türkiye’de de öyledir; ama, Balıkesir’de, ilk imar planları yapılırken, mesela 4 katlı binalar için planlanan semtlerde, caddelerde ve sokaklarda, mesela, Milli Kuvvetler ve Anafartalar caddelerinde olduğu üzere, zamanla, binaların 8-10 katı bulduğu görülür. “İşini bilen” vatandaşlar, yine “işini bilen” belediyecilerle olan, al takke-ver külah ilişkilerle, ilk inşaat ruhsatında 4 kat olarak inşa edilen binanın üzerine, mesela bir 4 kat daha inşa ederler. Hiç, hiç kimse, önce inşa edilmiş olan o ilk 4 katın, daha sonra bindirilen 4 katı taşıyıp taşımayacağını düşünmez! Dahası, 4 katlı binalara göre oluşacak nüfus yoğunluğuna ve sosyal hareketliliğe göre planlanmış olan yollar, kanalizasyon, su, telekomünikasyon ve elektrik şebekeleri de buna göre arttırılamayacağından, bunların, ilave 4 katla gelen yeni nüfusun ihtiyaçlarına ve sosyal hareketliliğe cevap verip-vermeyeceği de kimsenin derdi değildir!

İlâve katlardan kaynaklanan sorunlar ortaya çıkmaya başladığında, çoğu zaman, o katların yapılmasına şu ya da bu şekilde müsaade eden belediyeciler yerlerinde olmayacaklarından, problemler yeni gelenlerin kucağına oturacaktır.

Maalesef, durum, tüm ülke genelinde olduğu gibi, Balıkesir’de de bundan pek farklı değildir! Bir de, merkezi yönetimlerin, tüm ülkeyi kapsayan, “imar affı”, “vergi affı”, “öğrenci affı” vb gibi rezil uygulamalar da, bu işlerin üzerine, adeta tüy dikiyor!

“FELAKET GÜNÜ”NE KADAR, DOLUDİZGİN YOLA DEVAM!

O “vatandaş” denen beyinsiz kitle ise, sanki her şey gözlerinin önünde olmamış gibi, problemlerin önceki dönemden kaynaklandığını akıllarına bile getirmeden, yeni gelenlerden çözüm üretmelerini beklerler ve talep ederler! Tabii, o yeni gelenler de, “eskilerin rant uğruna sebep oldukları problemleri çözmek bizim işimiz değil” diye düşünerek, kendi kişisel (ve /veya gruplarla ilgili) rant imkânlarının peşinde koşarlar ve onlar da gelecekte yeni problemlerin ortaya çıkmasına sebep olurlar. Böylece, problemler, zamanla kümülatif olarak artmaya devam eder; ta ki, meselâ geçtiğimiz haftalarda Rize’de ve Bozkurt’ta yaşanan sel felaketleri gibi, yeni bir afet meydana gelene kadar.

Yaşanan afetten sonraki birkaç yıl (o da sadece “göstermelik” olarak), gerek hükümet ve gerekse belediyeler tarafından, güya tedbirli uygulamalar yapılır... Ama, o uygulamalarda bile, daima, uygun bir zamanda ranta dönüştürülmek üzere, opsiyonel davranışlar eksik olmaz! Mesela, binaların inşaatları, ruhsatlı projeye uygun olarak tamamlanır, “Yapı Kullanma İzin Belgesi” alındıktan sonra binada yapılacak değişiklikler önceden planlanmış olduğundan, işler o istikamette devam eder. Tüm Türkiye’de “yap-sat müteahhitliği” denen işi yapanlar, binaları satarken, işte o sonraki değişiklikleri göz önünde bulundurarak fiyat belirlerler ve müşterileri ile pazarlıklarını da ona göre yaparlar.

Kanuna ve tekniğe karşı hile uydurmakta ve bu hileleri en yaygın şekilde uygulamaya koymakta, sanırım, bizden çok daha yetenekli başka bir millet yoktur!

SUÇ, DAİMA VE HATTA SADECE, İŞBAŞINDA OLANLARDADIR!

Bizde hiç kimse, gelişmiş Batı ülkelerinde, herhangi bir şehirde, onyıllar (hatta yüzyıllar) boyunca binaların genel özelliklerinde hiçbir değişikliğin olmadığını görmek istemez. Kişi başına motorlu araç sayısı Türkiye’nin birkaç misli üzerinde olan ülkelerin yollarında, neden bizdeki kadar izdihamların yaşanmadığını ve araçların, trafik akışını engelleyecek şekilde yol kenarlarına park edilmediğini de anlamak istemeyiz!

Kanuna ve tekniğe karşı hile konusunda inanılmayacak derecede uzmanlaşmış ve problemlerin asıl kaynağı haline gelmiş olan bizim şu “vatandaş” dediğimiz zümre, yaşadığı (ve kendince “problem” olan) her konuda, sadece ve sadece işbaşında bulunanları suçlayarak (ki, onlar da, maalesef çoğu zaman bunu hak ederler), problemlerin “kalıcı” hale gelmesini sağlar.

Toplumsal hayatın, kurallar olmadan yaşanamayacağını ve sürdürülemeyeceğini düşünmüyoruz. En küçük bir işimizde dahi kurallar umurumuzda değildir; eğer kuralları çiğnemenin bir yolunu bulursak, tereddüt etmeden ihlal ederiz ve bu ihlalle de, çevremizdekilere karşı övünürüz.

HUKUK, DEVLETE DEĞİL, HALKA AİTTİR!

İnsanların ve kurumların hak, sorumluluk ve yetkilerini belirleyen kuralların asıl sahibi olan “vatandaş” (ister yönetici, ister yönetilen olsun fark etmiyor) nedense kişisel (ya da grup, cemaat), çıkarları bağlamında, kuralları çiğnemek konusunda (kendisine gelebilecek muhtemel riskler dışında) asla tereddüt etmiyor! Bu nokta, gelişmiş ülke insanları ile geri kalmış ülke insanları arasındaki en temel göstergedir. Zira, gelişmiş toplumlarda, insanlar, huzurlarını ve yaşamsal konforlarını, en genel ifadesi ile, “hukuk” denen yürürlükteki kurallara borçlu olduklarının bilincindedirler. Ama, geri kalmış toplumlarda, bireyler (toplumsal huzur ve yaşamsal konforla değil), her türlü kuralı çiğneyerek elde edecekleri “kişisel çıkar ve konfor” peşinde koşarlar; dolayısı ile, pire kadar kişisel çıkarları için, topluma ait deve kadar varlıkların yok edilmesine aldırmazlar.

“HIRSIZLIK, GEÇMİŞTE DE YOK MUYDU?”

Kişisel ya da mensubu bulunduğu grubun çıkarlarını, toplumsal genel çıkarlar bağlamında elde etme kültürü gelişmediğinden, bizde, bu konuda iyimser olmak maalesef pek mümkün değildir. Yani, kişisel ve grup çıkarları, ancak “kamusal ortak ve genel çıkarlar korunduktan sonra”, oradan alınacak güç ve imkanla elde edilmesi gerekirken, bizde bu husus kimsenin umurunda değildir.

Dahası, özellikle 1980’den bu yana toplumda yaygın hale gelmeye başlayan, “hangi yolla ve ne pahasına olursa olsun kişisel çıkar peşinde koşma” kültürü, bugün artık, izlenecek yol ve yöntemler konusunda meşruiyet gereğini de ortadan kaldırmıştır. Maalesef artık bugün, geçmişte meşru sayılmayan, mesela “kamu mallarını zimmete geçirmek” gibi pek çok husus, insanlar için adeta meşru (ve hatta makbul), yaygın ve örgütlü faaliyetler haline gelmiştir. Böyle bir konu konuşulduğunda, insanların tavırları ve tepkileri sadece, “İyi de, bunlar geçmişte de olmuyor muydu?”dan ibarettir. Ve hiç kimse, “Elbette, geçmişte de böyle şeyler oluyordu; ama, gayri meşru işler, hem bu derce yaygın değildi, hem de tespit edildiğinde devlet gereğini yapıyordu. Şimdi ise, her şey açıktan yapılıyor, ancak ortada işlem yapan bir devlet yok.” demiyor!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.