Son 20-25 yıldır, Türk siyasetinin milli çıkarlarımıza hizmet ettiğini söylemek hiç de kolay değildir. En tepedekinden, en dipteki “teşkilat mensupları”na kadar, sözde birbirlerini eleştirdikleri (daha doğrusu çamur attıkları) ifadeler, gerek muhteva ve gerekse üslup bakımından yerlerde sürünüyor, kenar mahalle münakaşalarını aratmıyor!
Milletimize ait dinî ve millî ortak değerleri birbirlerine karşı “kavga malzemesi” olarak kullanan, en başta “siyasi parti” denen birtakım menfaat oluşumları ve bunların sözde liderleri arasındaki “kişisel ve örgütsel çıkar çatışmaları”, millete “siyaset” diye yutturuluyor. Tüm bu kavgaların bedelini ödemekte olan insanlarımız ise, akıl almaz bir zihinsel uyuşukluk içinde, gerçekte ne olup-bittiğini hiç anlamadan (ama, anladığını zannederek), çok büyük yobazlıklarla (fanatizmle), bu siyaset eşkıyalarına yandaşlıkta, birbirleriyle yarışıyorlar.
661 yılından bu yana, tam 1364 yıldır, devlet tarafından yaptırılan ve içlerinde “ücretli” olarak çalıştırılan “din görevlisi” denilen “Emevi propaganda elemanları” tarafından, yine parayla yazdırılan sahte hadislere dayalı yöntemlerle, halka “din” diye anlatılan, Arap kabileciliğini ve kavmiyetçiliğini esas alan, Emevîlerin “siyasi hanedan saltanatı ideolojisi”, maalesef, insanlar tarafından bugün de din zannediliyor.
Ne yazıktır ki, insanlar (Şiiler ve Alevîler dışında), bugün dinin gereği zannettikleri, en başta “cami” denen, ücretli ibadet memurlarının görev yaptıkları sözde “ibadete mahsus” binalar (ve hatta minareler) olmak üzere, pek çok şeyin, gerçekte İslam dini ile alâkasının olmadığını bilmiyorlar (daha da kötüsü, öğrenmek de istemiyorlar) ve günümüz dünyasında olan-bitenleri bile kavramaktan aciz birtakım cehalet abidelerini “din önderi” olarak kabul ediyorlar ve kendilerini sömürmeleri için, akla ziyan yollar açıyorlar. Çok uzun yıllardan beri, Cami-Tarikat-Siyaset üçgeninde cehalete mahkum edilen insanlar, ülkemizde ve dünyada gerçekte nelerin olup-bittiğini anlamadan, kendilerini, bu siyaset ve din madrabazlarına sömürtüyor.
KUR’AN-I KERÎM NE DİYOR, BİZ NEYE İNANIYORUZ?
Kur’an-ı Kerîm’de, “Doğu da, batı da Allah’ındır. Ne tarafa dönseniz, Allah ile yüz yüze gelirsiniz.(Bakara 115)” denilerek, tüm yeryüzü insanlara “mescit (secde edilen yer)” kılınmış olduğu ve Hz. Peygamber (s.a.v.), ittifakla sahih olduğu kabul edilen hadislerinden birinde, “Yeryüzünün tamamı, bizim için mescit kılınmıştır.” dediği halde, Yahudilerin Havralarına ve Hıristiyanların Kiliselerine benzer bir anlayışın ürünü olan Emevî icadı camilere, kendilerini Müslüman zanneden insanlar tarafından kutsiyet atfediliyor ki, asıl İslam’a aykırı ve yaygın kitlesel cehalete sebep olan büyük sapma budur.
On üç asırdır, camileri “mahalli din merkezleri” olarak gören zavallı insanlar, gerçekte bunun dinde yerinin olmadığını ve camilerin aslında, Emevîler tarafından “siyasi propaganda merkezleri” olarak inşa edildiğini ve ilk “ücretli cami görevlisi” uygulamasını ihdas ettiklerini bilmiyorlar. Bunu bilen ve çıkar çarklarını camiler üzerine kurmuş olan günümüzün siyasi iktidar sahipleri ile, onların kayıtsız-şartsız destekçileri olan cemaat ve tarikat (kanaat) önderi denilen sahtekârlar tarafından, yüzyıllardır cahil bırakılmış olan insanlar istismar ediliyor ve sömürülüyorlar. “Devlet olarak icraatları İslam’a aykırı” diyerek Emevîlere isyan edip, 750 yılında devleti ele geçiren Abbasiler de, maalesef Emevîlerin “hanedan saltanatı ideolojisi”ni, çok daha ilerilere götürerek devam ettirdiler. Onların bu uygulamaları, bugün “krallar tarafından yönetilmekte olan” sözde Müslüman ülkelerin tamamında, yine “din örtüsü” ile halen devam ediyor. Bugüne kadar, “İslam ülkesi” denen 57 ülke arasında Türkiye, dikkat çekici bir istisna teşkil ediyor(du).
“HANEDAN SALTANATI”NIN, İSLÂMÎ OLDUĞU SÖYLENEBİLİR Mİ?
Varislerine tek kuruş mal ve “siyasi veraset” bırakmamış olan bir peygamberin ümmeti olduklarını iddia eden, günümüzün sözde Müslüman toplumlarında, hiç kimse tarafından, din adına yaygın bir şekilde yapılmakta olan ve Kur’an-ı Kerîm’e uymayan, saçma-sapan ritüeller sorgulanmıyor; sorgulanması gerektiğini söyleyen ilahiyat alimlerine (teologlara) zerre kulak verilmiyor! Durum böyle olunca da, Emevîlerin siyasi ideolojisi, iktidar sahipleri tarafından (“İslam dini bu” denilerek), “halkı uyutma ve insanları baskı altında tutma aracı” olarak kullanılıyor. Yaygın cehaletin ve bu din anlayışının esiri olan insanlar, ne yazıktır ki gönüllü olarak, tüm geçimlerini ve saltanatlarını din satarak sağlamakta olan sahtekarlara kendilerini sömürtüyorlar. Ne yazıktır ki, yüzyıllardır din maskesi ile kendilerini sömürmekte olan siyasilere, tarikat şeyhlerine ve cemaat önderlerine tâbi olduklarında cennete gideceklerine inandırılan insanları, “sırat-ı müstakim” denen, Kur’an-ı Kerîm’de anlatılan gerçek İslâmî istikamete yöneltme imkanı bulunamıyor!
Din sopası ile kendilerini sevk ve idare etmekte olanlara tâbi olan ve Müslüman olduklarını zanneden toplumların, Müslüman olmayan toplumlar karşısında ne derece aciz kaldıklarını, son 300 yıllık tarih, gayet açık ve net bir şekilde anlatıyor. Hayli uzak geçmişte kalmış olan büyük Müslüman bilim adamlarıyla ilgili hamaset dışında, son bin yıldır modern bilime ve teknolojiye zerre katkıları bulunmayan Müslümanlar, diğer toplumların son 3-4 asırdır ortaya koydukları bilimsel ve teknolojik ilerlemeyi henüz anlayabilmiş ve tam anlamı ile kavrayabilmiş değiller. Mevcut gidişata bakıldığında da, daha hayli uzunca bir süre daha, “materyalist” diye güya küçümsedikleri batı medeniyetini ve o medeniyeti ortaya çıkaran “temel dinamikler”i anlamaları mümkün olmayacak. Bu konudaki acziyetlerini, “İnsanlar, dünya için değil, ahiretlerini kurtarmak için çalışmalıdırlar” diyerek, ustalıkla örtüyor olmaları ise, akıl alacak gibi değildir.
SÖZDE MÜSLÜMAN ÜLKELERİN BARİZ GERİ KALMIŞLIKLARI
Yeni icatlar, yüksek kalite ve yeterli miktar bakımlarından, günümüz insan ve toplum hayatının gerektirdiği üretimlerde, Müslüman olmayan batılı ülkeler karşısındaki bariz geri kalmışlığı dert etmemeleri ise, hayret edilecek bir durumdur. Günümüz dünyasında, insanlar tarafından kullanılmakta olan herhangi bir şey yoktur ki, son bin yıl içinde Müslümanlar tarafından gerçekleştirilmiş bilimsel-teknolojik gelişmelere ve icatlara dayanıyor olsun. Aksine, tüm dünyada olduğu gibi, sözde Müslüman toplumların hayatlarındaki her şey, tamamen Müslüman olmayan toplumların icatları ve üretimleridir. Bu ise, önemle ve ısrarla üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken bir husustur.
Müslüman olmayan batılı ülkelere giden pek çok Müslüman bilim insanı, oralardaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerde yer alıyor, Nobel başta olmak üzere, dünyanın en büyük bilim ve teknoloji ödüllerine layık görülüyorlar. Ne var ki, aynı performans, 57 sözde İslam ülkesinin hiçbirinde mümkün olmuyor! Amerika ve Çin arasında kıran kırana süren teknolojik yarışta, iletişim alanındaki 5G teknolojisini geliştiren Çinli Huawei firması, Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Erdal Arıkan’ın “Polar Kodlama” yöntemini kullandığını açıklayıncaya kadar, Türkiye’de böyle bir bilim insanının yaşadığını bilen yoktu!(*)
“SİYASÎ FANATİZM” DENEN YOBAZLIK, BU MİLLETİ MAHVEDECEK!
İnsanların, sözde siyasetçi denen ahlaksız palavracıların, gündelik söz ve eylemlerine yönelik, salgın halindeki siyasi yobazlıktan kaynaklanan ve hiçbir netice getirmeyecek yoğun ilgileri, ülke düzeyinde toplumsal sömürü düzeninin devamına hizmet ediyor. “Siyasi menfaat” çarklarını, ülkemiz geneline hakim olan bu davranış bozukluğu üzerine kurmuş olan din ve siyaset cambazları (çoğu zaman birlikte), saltanatlarını sürdürmeye devam ediyorlar.
İnsanların, ömürlerinde bir kez olsun yüz yüze görüşmedikleri, sadece ekranlardan ve gazete sayfalarında gördükleri ve etkilerine maruz kaldıkları, belli başlı siyaset baronlarına yönelik (lehte veya aleyhte) fanatik ilgileri, toplumsal geri kalmışlığımızın, en belirgin davranış şeklidir. Bizde, insanların bir siyasetçiyi överken de, bir diğerine söverken de takındıkları yobazlık tavrı aynıdır.
Gelişmiş batılı ülkelerde, siyasetçinin şahsına yönelik toplumsal fanatizm söz konusu değildir. Elbette o ülkelerde de, siyasetçilerin şahıslarına yönelik fanatik davranış içinde olan insanlar yok değildir; ancak, onlardaki fanatikler, münferit küçük gruplar halindedirler ve bizde olduğu gibi, toplumda, “ülkenin iktidarını belirleyecek kadar” büyük bir çoğunluğu teşkil etmezler. Bizim gibi geri kalmış ülkelerde ise, hiçbir toplumsal derinliği olmayan (görüntüden ibaret), şeklî demokrasi uygulamaları nedeniyle, iktidarları, toplumun en cahil kesimlerini teşkil eden siyasi fanatikler belirler. Kısacası, bizdeki “millî irade” denen kavram, siyaset yobazlarının, cehalete dayanan akıl dışı davranışlarının ürünüdür. Ne yazıktır ki, tüm olan-bitenin farkında (ve toplumda gayet azınlık) olan, toplumun akılları başlarında olan kesimlerinin, bu düzeni değiştirmeye güçleri yetmiyor!
İNSANLAR, TABAN TABANA ZIT GÖRÜŞLERİ NEDEN ALKIŞLIYOR?
Dün ak dediğine bugün kara, dün yanlış dediğine bugün doğru diyecek kadar, önceki savunduğu fikirlerinin tam tersini savunarak da aynı insanlardan alkış ve oy alınabilecek, Türkiye’den başka herhangi bir ülke var mıdır bilemiyorum. Özellikle şu son 20-25 yıldır, Türk siyaset sahnesinde arz-ı endam etmekte (ve aslında pek çoğu da “emperyalist güç merkezlerinin kuklaları”) olan mahlûkatın, önceki söylediklerine taban tabana zıt olan görüşleri aynı güçte savunmaları, artık Türk siyasetinin alâmet-i farîkası haline geldi.
Toplumda belli bir düzeyde ilgiye ve kabule mazhar olan siyaset cambazları, ilk zamanlarda savundukları fikirlerin hiçbirinde sebat etme ihtiyacı duymadan, ilerleyen zamanlarda, zuhur eden kişisel çıkarlarına göre, son derece kolay bir şekilde, tam zıt görüşleri maharetle savunabiliyorlar. Siyasiler, herhangi bir konuda, önceki fikirlerine zıt bir fikri savunmaya başladıklarında, sadece muhalif fanatikler tarafından eleştirilirken, kendi fanatik yandaşları tarafından ise, yine aynı güç ve heyecanla destekleniyorlar. Bu konuda, muhalefet ya da iktidar ayrımını yapmaya hiç gerek yoktur. Ancak, elbette ülkenin tüm imkanları ve devlet kurumları ellerinde olduğu için, bu tür davranışlar, iktidar cenahında, muhalefete kıyasla çok daha fazla görülüyor.
ADALET KONUSUNDA, “TOPLUMSAL MUTABAKAT” YOK!
İktidar, bir ayı aşkın bir zamandan bu yana, elindeki devlet imkanlarına ve medya tekeline rağmen görünen o ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ilgili olarak başlattığı diploma iptali ve yargı süreçlerinde, “haklı olduğunu ve âdil davrandığını”, değil halka, kendi fanatik yandaşlarına bile pek anlatabilmiş ve kabul ettirebilmiş değil. Buna rağmen, kendi yandaş ve fanatikleri, iktidar cenahından serdedilen konuyla ilgili açıklamaları, mantıklı ve doğru olup-olmadıklarına bakmaksızın, cansiperane savunuyorlar. Bu arada, günümüz Türkiye’sindeki devlet kurumlarında ve belediyelerde, elbette her şeyin yasalara uygun ve hakkaniyet ölçülerine göre yapılmakta olduğu iddia edilemez!
İktidar, kendi yandaşlarını, devletin ve elinde olan belediyelerin tüm imkanları ile beslerken, muhalefet de aynı şekilde, kendi yandaşlarını, ellerindeki belediyelerin imkanları ile besliyor ki, bu durum, yasalarla ve hakkaniyet ölçüleri ile izah edilemez ve asla kabul edilemez! Ancak, nedense bu rezil durum, halkı hiç de rahatsız etmiyor! Türkiye’de, asıl üzerinde durulması ve derinlemesine incelenmesi gereken husus budur. İnsanlar, vukû bulan yolsuzluklar, kanunsuzluklar ve suiistimaller karşısında, neden bu derece duyarsız ve rahatlar? İnsanlar, herhangi bir usûlsüzlüğü kendilerinin taraftarı oldukları siyasi makamlar yaptığında, hiçbir şekilde kusur olarak bile görmezken, karşı taraf yaptığında ağır suç sayıyor! Böyle bir toplumsal anlayış kabul edilebilir ve böyle bir toplumda, hak, hukuk, adalet, ahlak, haysiyet vb. gibi pozitif insanî değerler üzerinde, herhangi bir düzeyde “toplumsal mutabakat” sağlanabilir mi? Ama, son yıllarda, “muktedire yasal, muhalife yasak” şeklinde özetlenebilecek, Türkiye’deki en yaygın toplumsal tutum da budur!
Toplumsal vasat böyle olduğunda, bu ülkede, hiçbir şekilde, gündelik meseleler akıl ve vicdanla ele alınamaz, toplumsal mutabakatın sağlanabileceği çözümler üretilemez. Çünkü, bir taraf ağzı ile kuş tutsa, diğer taraf için, bunun en küçük bir değeri olmadığı gibi, eleştirilecek bir konu olarak kullanılır. Böyle bir ülkede, dinden-imandan, adaletten, dürüstlükten, ahlâktan vb. gibi pozitif insanî değerlerden ve ölçülerden bahsetmenin hiçbir anlamı ve etkisi olmaz!
Bu yazımızda, yıllardır hemen her konunun, fanatik bir şekilde siyasi kişilikler üzerinden tartışıldığı ülkemizdeki, sıradan insan davranışlarından kaynaklanan toplumsal sorunlar üzerinde düşünmemiz gerektiğine dikkat çekmeye çalıştık. Umarım, “gündem” adı altında yıllar yılı yoğun bir şekilde, siyaset palavralarına ve dezenformasyon bombardımanlarına maruz bulunan zihinlerinizde, gerçekçi bir parantez açılmıştır...
_______________
(*) https://www.ge.com/news/reports/5g-standardini-yaratan-turk-prof-dr-erdal-arikan