Erdoğan, geçen 12 Temmuz günü, partisinin Ankara Kızılcahamam’da düzenlen “32’nci İstişare ve Değerlendirme Toplantısı”nda yaptığı konuşmada, kendisinin “Terörsüz Türkiye” diye ifade ettiği, “PKK’nın silah bırakma süreci(?!)”ne dair, Türkiye’de hemen hemen hiç kimsenin beklemediği bir şekilde ve adeta gündelik alelade bir ifadeymiş gibi, “AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak, bu yolu beraber yürümeye karar verdik.” dedi. O günden bu yana, topyekûn millet şaşkın… Türk siyasetinde, son birkaç seçimde yaşanan “ittifak”lardan çok farklı bir durumla karşı karşıyayız. Geçmişteki söylemleri göz önüne alındığında, hiçbir hal ve şart altında bir araya gelmeleri mümkün görünmeyen, muhtemelen tarihte de bir benzeri olmayan ittifak, sıradan bir iş imiş gibi kuruluverdi…
İktidarın nimetlerinden yararlanmakta olan mutlu azınlık, hemen her konuda olduğu gibi, bu konuda da üzerinde hiçbir şekilde düşünme gereği duymadan, aynı paralelde ifadeler kurmaya ve bu ifadelerin gerektirdiği davranışları sergilemeye başladılar. Kendi kişisel çıkarlarından öte, hiçbir değerleri ve kutsalları bulunmayan, gerçek Tanrı’ları “para” olan bu azınlık, “Reis ne yaparsa doğrudur, onun her zaman bir bildiği vardır.” anlayışı ile, kendi çıkarlarının gerektirdiği istikamette; yani, “AK Parti, MHP ve DEM Parti’nin birlikte yürümekte oldukları yolda” yürümeye devam ediyorlar. Ancak, ülke olarak karşı karşıya getirildiğimiz böylesine akıl almayacak bir durumda ne yapacağını bilemez haldeki çoğunluk, olan-biteni henüz anlayabilmiş değil.
ERDOĞAN’A “BOP EŞBAŞKANLIĞI” GÖREVİNİ KİM VERDİ?
Erdoğan’a göre Türkiye halkı, Araplardan, Kürtlerden ve Türklerden ibaret. Bu üç gruptan birincisinin sahibi bizzat kendisidir. Erdoğan, Türkiye’de Arapların statüsünü en üste çıkarma konusunda “ümmet” argümanını kullanıyor ve bu davranış, Türkiye’de devasa servet sahibi olan tüm sözde dini cemaatler ile yürürlükteki Anayasa’ya ve yasalara göre yasak olmasına rağmen alenen faaliyetlerini sürdüren tarikatlar tarafından destekleniyor. Bu duruma bakıldığında Araplar, Türkiye’de “birinci sınıf” vatandaşlar olarak konumlandırılacaklar. En başta İsrail ve ABD olmak üzere, belli başlı batılı ülkelerin birlikte sahiplenmekte oldukları Kürtlerin “ikinci sınıf” ve nihayet yeryüzünde hiçbir sahipleri bulunmayan Anadolu Türklerinin (o da, eğer şansları varsa) de, “üçüncü sınıf” vatandaşlar olarak konumlandırılacakları anlaşılıyor. Tarihi gerçeklere aykırı olarak, 1071’deki Malazgirt Zaferi’ne Arapları ve Kürtleri ortak eden Erdoğan’ın söylediklerinden anlaşılması gereken budur.
Erdoğan, 2004 yılında, Başbakan olarak gittiği ABD gezisi dönüşünde, “Biz BOP Eşbaşkanlarından biriyiz.” dediğinde, hiç kimse ona, “Bu BOP dediğin nedir, kimin projesidir ve sana bu görevi kim verdi?..” vb. gibi soruları sormadı! O günden bu yana önce Irak’ta,, ardından Kuzey Afrika ülkelerinde ve nihayet Mısır, Lübnan ve Suriye’de meydana gelen gelişmelerin oluşturduğu tabloya bakıldığında, Türkiye açısından hiç de iç açıcı bir tablo olmadığı gayet açıktır. Bu arada, Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak, sadece oradaki 1,5 milyonu bulmayan Kürtler ile Araplar dışında kalan diğer toplumlarla ilgili tek bir laf edilmiyor. Ancak, geçen 16 Temmuz günü İsrail Şam’ı bombalayarak, Suriye’deki Dürzîlere sahip çıktığını gösterdi. Ancak, Suriye’de, Araplar’dan sonra en büyük nüfusu teşkil eden (5,5 milyon) Türkmenlerle ilgili olarak, en başta Türkiye olmak üzere, hiç kimse tek kelime etmiyor! Dünyanın 1,5 milyon Kürdün derdine düştüğü bir yerde, bunun yaklaşık 4 katı nüfusa sahip Türkmenlerle kimsenin ilgilenmemesi ve bilhassa da Türkiye’nin o insanlara sahip çıkmaması fevkalade düşündürücüdür.
BAHÇELİ, GEÇEN 22 EKİM’DE O KONUŞMAYI NEDEN YAPTI?
BOP kapsamındaki işlerde, önemli bir safha olan Suriye’nin halledilmesinden sonra, Devlet Bahçeli’nin, 22 Ekim günü partisinin meclis grubunda yaptığı konuşmada, Öcalan’ın gelip DEM’in meclis grubunda konuşmasını istemesiyle ateşlenen, Erdoğan’ın “Terörsüz Türkiye” adını verdiği, yeni bir süreçle karşı karşıya getirildik.
15 Temmuz 2016 öncesinde birisi çıkıp, “AK Parti ile MHP’nin bir araya geleceklerini” söylese kim inanabilirdi? Ve nihayet, 9 ay öncesine kadar, MHP’nin DEM’le bir araya geleceklerini kim düşünebilirdi ki? 2016 öncesinde Erdoğan ve Bahçeli’nin birbirleri aleyhine söyledikleri sözleri işiten kim, bir gün onların canciğer kuzu sarması olacaklarını söyleyebilirdi? Aynı şekilde, geçen yılın Ekim ayına kadar, Erdoğan ve Bahçeli’nin birlikte DEM’le ilgili söyledikleri ile DEM Eşbaşkanlarının Erdoğan ve Bahçeli hakkında söylediklerini bilen insanlar, bir gün onların üçünün de bir araya geleceklerini söyleyebilirler miydi? Öncesi ve sonrası arasında böylesine büyük tezatların bulunduğu siyasi tablolardan, Erdoğan’a, “AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak, bu yolu beraber yürümeye karar verdik.” cümlesini kurduracak bir durumu dayatan, o “büyük güç” ne acaba, bunu merak etmek gerekmez mi? Türk siyasetinde, hiçbir şekilde bir araya gelmeleri düşünülemeyeceği zannedilen AK Parti, MHP ve DEM’i bir araya getiren ve Türk milletinin nereye gittiğini bilmediği bir yolda birlikte yürümelerini sağlayan güç üzerinde durmak gerekiyor.
PKK’NIN SİYASİ KANADI OLAN DEM PARTİ KİMİ TEMSİL EDİYOR?
15 Ağustos 1984 tarihinde, akşam saat 21:30 sularında, eş zamanlı olarak, Siirt'in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerinde PKK tarafından gerçekleştirilen o ilk terör eylemlerinden 9 ay öncesine kadar, gerek MHP’nin ve gerekse AK Parti’nin bu örgütle ve bu örgütün legal siyasi temsilcisi olarak görülen (ve bugünkü adı DEM olan) partilerle ilgili söylem, tutum ve davranışlarından, bugün karşı karşıya bulunduğumuz tablonun ortaya çıkması ihtimali yoktur; ama, karşımızda, geçmişte birbirleriyle kanlı-bıçaklı olan bu üç partinin, aslında “en başından bu yana birlikte yol yürümekte oldukları” gibi bir gerçek var!
DEM Parti, Türkiye’de yapılan en son seçimde (31 Mart 2024 Mahalli İdareler Seçimleri), toplam 2 milyon 256 bin 541 oy aldı. Toplam 61 milyon 430 bin 934 kayıtlı seçmenin bulunduğu yerel seçimlerde, seçmenlerin %78,55’i (46 milyon 046 bin 499 kişi) sandığa gitti (yani, 15 milyon 384 bin 435 kişi ise oy kullanmadı). Yaklaşık 4 kişiden birinin oy kullanmadığı yerel seçimlerde, DEM Parti sadece %5,7 (2.625.588) oy aldı. Oy kullanmayanlar, partilerin aldıkları oy oranlarına göre dağıtıldığında, Kürtleri temsil etme iddiasında olan DEM Parti’nin, seçim tarihinde 85 milyon 664 bin 944 olan Türkiye Nüfusu’nun, yaklaşık 4,8 milyonluk bir kesimini temsil ettiği söylenebilir. DEM Parti’nin, gerçekte kimi temsil ettiği ve hangi amaca hizmet ettiği, bilinemeyecek bir şey değildir.
MUHALEFETİN GÖREVİ, İKTİDARIN YANLIŞLARINA DESTEK VERMEK MİDİR?
Ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşamakta olan, ancak, başta Marmara ve Ege bölgeleri olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış bulunan Kürtler için, kabul (ve realize) edilmesi mümkün olmayan taleplerle, Türk devletine karşı yarım yüzyıldır silahlı isyan halinde olan PPK ile birlikte siyasi mücadele eden DEM Parti üst yöneticileri, Türk Devletine karşı açık bir şekilde zafer kazandıklarını ilan etmektedirler.
Aralarında çok sayıda bebeğin de yer aldığı, yaklaşık 55 bin genç insanımızın katilleri ve Türkiye’nin rakibi ve düşmanı olan ülkelerden hatırı sayılır seviyelerde destek almakta olan bu teröristleri, bu millete adeta “barış havarileri”ymişler gibi anlatarak, 55 bin şehidimizin ve bir o kadar gazimizin kanlarına siyasi ekmek doğramaya kalkanların, bu hal ve davranışlarının, hiçbir hal ve şart altında, iyi niyetli ve dostane olduğu söylenemez.
Düne kadar, DEM Partililerle uzaktan selamlaşanları bile terörist ilan eden ve ağza alınamayacak düzeysiz ifadelerle hakaretler yağdıran AK Parti-MHP iktidarı, bugün aralarına DEM Parti’yi de alarak, millete açıklamadıkları bir yolda birlikte yürüme kararı alıyor. En başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere, sözde muhalefet denen siyasilerin, bu durum karşısında sergiledikleri göstermelik tutumlar, esef vericidir ve son tahlilde bunun, 3’ü 1 arada siyasetine destekten başka sonuç vermesi düşünülemez. Bunun böyle olacağını, acaba, sözde muhalefet partilerinin lider kadrolarında siyaset yapmakta olan zevat-ı nâ-muhtereme, bilmiyor ve anlamıyor mu?
“3’Ü 1 ARADA SİYASETİ” ÜLKEMİZE HAYIRLI OLSUN
Gerek gazete, TV ve radyolar gibi konvansiyonel medya organları ve gerekse internetteki sosyal medya mecralarının (birkaç istisna dışında), neredeyse tamamını elinde bulunduran iktidar cenahı, tarihte emsali görülmemiş derecede büyük bir “dezenformasyon örgütlenmesi”ni elinde bulundurduğundan, halk, hiçbir konuda gerçekte ne olup-bittiğini öğrenemiyor ve anlayamıyor. Gerek ülkemizde, gerek bölgemizde ve gerekse dünyada olup-bitmekte olan gündelik gelişmeler ve olaylarla ilgili olarak, sadece iktidarın siyasi çıkarlarına hizmet edecek şekilde özel kurgulanmış dezenformasyon bombardımanına maruz kalan insanlar, iktidarın, ülkemiz ve milletimizin geleceği açısından zararlı icraatları karşısında, etkili bir kamuoyu ortaya koyamıyorlar. AK Parti iktidarının, Hitler Almanyası’nın Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Dr. Paul Joseph Goebbels’i (1897-1945) bile kıskandıracak düzeydeki dezenformasyon başarısı karşısında şapka çıkarmamak olası değil!
Kısa bir zaman öncesine kadar, halkın hiçbir şekilde bir araya gelebileceklerine ihtimal veremeyeceği AK Parti, MHP ve DEM’in birlikte yürümeye karar verdikleri yolun nereye gittiğini bilen varsa beri gelsin! İnsanlarımızın kafaları öylesine karışık ki, hiçbir konuda, ülke yararına ortak bir fikir geliştirme kabiliyeti kalmamıştır. Bu vahim durum karşısında, bize de, “gerçek mahiyeti ve nihai hedefi halk tarafından bilinmeyen 3’ü 1 arada siyaseti Türkiye’ye hayırlı olsun” demekten başka söyleyecek söz kalmıyor!..
---------------------
21 Temmuz 2025