Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

“ÇİĞNEMEK” İÇİN, NEDEN “ANAYASA”DAN DAHA UYGUN BİR ŞEYİMİZ YOK?

Türkiye Cumhuriyeti’nde, ilk Cumhurbaşkanımız Atatürk 3, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Recep Tayyip Erdoğan 2’er ve diğer sekiz kişi (C.Gürsel, C.Sunay, F.Korutürk, K.Evren, T.Özal, S.Demirel, A.N.Sezer ve A.Gül) de, 1’er kez Cumhurbaşkanlığına seçilmişlerdir. Böylece, 1923 yılından bu yana (ilk 15’i TBMM’de olmak üzere), Türkiye’de toplam 16 kez Cumhurbaşkanı seçimi yapılmış oluyor. Ancak, sadece Erdoğan’ın seçimlerinde, kendisinin “hukuken” bu makamın gerektirdiği nitelikleri taşıyıp-taşımadığı tartışmaları yaşandı. Diğerlerinde hiçbir hukuki tartışma yok; tartışmalar, tamamen siyasi çerçevede cereyan etmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen Cuma günü (10 Mart), Anayasa’nın 116. maddesine dayanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçiminin, bir ay öne çekilerek, 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılmasına karar verdi. Böylece, Türkiye’de 14 Mayıs’ta, 17. kez Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak.   ANAYASA NE DİYOR, KİMSENİN UMURUNDA MI ACABA? Bu nedenle, burada ilk olarak (kamuoyunda tartışılmakta olduğu için), bu konuyla ilgili Anayasa maddelerine bir göz atmakta yarar bulunuyor. Halihazırda yürürlükte olan Anayasa’mızın, “Cumhurbaşkanlığı adaylığı ve seçimi”ni düzenleyen 101. maddesinin ilk fıkrası, aynen şöyledir: “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” Anayasa’nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesini düzenleyen 116. maddesinin ilk üç fıkrası da; “Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” şeklindedir.   ANAYASA KOMİSYONU RAPORUNDA İLGİNÇ DEĞERLENDİRME Bundan dört yıl kadar önce Anayasa’da bazı değişiklikler yapılırken (21.01.2017 tarih ve 6771 sayılı kanun), TBMM Anayasa Komisyonu raporlarında, 101. maddede yapılacak değişiklikle ilgili olarak, şöyle bir değerlendirme yer almaktadır: “Önerilen düzenleme, değişikliği teklifi kapsamında Anayasa'nın 116. maddesine eklenmesi önerilen bir hükümle bir arada değerlendirildiğinde, 101. maddede öngörülen görev süresi sınırının aşılması ihtimalinin ortaya çıktığı görülmektedir. Zira Anayasa'nın 116. maddesine ilişkin değişiklik önerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birlikte ve aynı anda yenileneceği öngörülmektedir. Bu bağlamda, 116. Maddenin 3.fıkrasında; [Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir] düzenlemesi yer almaktadır. Böylece, Cumhurbaşkanı ile aynı siyasî eğilime sahip meclis çoğunluğunun birleştiği bir kompozisyonda, Meclis'in kendi seçimlerini yenilemeye karar vermesi durumunda, Meclis seçimleriyle birlikte Cumhurbaşkanlığı seçimleri de yenilenecek ve fakat bu durumdaki Cumhurbaşkanı, üçüncü kez bu göreve aday olabilecektir. Böyle bir durumda ise, bir kişinin […en fazla iki kez…] Cumhurbaşkanı seçilebileceği yönündeki düzenlemenin etkisiz kılınacağı açıktır.” Görüldüğü üzere, 2017’de Anayasa’nın 101. maddesine konulan “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” hükmünün, 116. maddedeki, “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde, Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” ifadesiyle birlikte düşünülmüş ve “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” hükmü, o maddeye, “tedbir amaçlı olarak”  konulmuş.   “ANAYASA, BİR KEZ ÇİĞNENMEKLE BİR ŞEY OLMAZ!” ÖYLE Mİ? Yaşı 40’ın altında olanlar bilmez; ama, hatırlanacak olursa, 1990 yılında, radyo-televizyon yayıncılığındaki “devlet tekeli”ne dair, yürürlükteki Anayasaya ve TRT kanununa rağmen, Türkiye’nin ilk özel televizyon kanalı olan Star-1 yayına başladığında, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, “Anayasa bir kez çiğnenmekle bir şey olmaz.” demişti. Bu söz büyük tepkilere sebep olsa da, aradan bir süre geçtikten sonra, Anayasa’da ve ilgili kanunlarda değişiklikler yapıldı ve özel radyo-TV yayıncılığı devlet tekelinden çıkarıldı Halbuki, pek âlâ, önce Anayasal ve yasal değişiklikler yapılabilir, özel radyo ve TV yayınları da, ondan sonra başlatılabilirdi!.. Özal’ın bu tavrı, halkın gözünde Anayasayı, siyasi gücü olan herkes tarafından, “gerektiğinde çiğnenmesinde hiçbir mahsur bulunmayan” bir kavram haline getirdi! Devletin adeta “yapı ruhsatı” olan Anayasa, devletin hukuksal kimliğinin ve A’dan Z’ye tüm hukuk mevzuatının temeli ve kökenidir. Yürürlükteki kanunların çiğnenmesinin bile, bir hukuk devletinde kabul edilmemesi gerekirken, Türkiye’de “Anayasayı çiğnemek”, bazı siyasiler için, “özel zevk” haline gelmiş gibidir. Türk toplumu, maalesef, şu son 21 yıldır, bu konuda iktidar partisine sınırsız bir hoşgörü gösteriyor. Devlet adına ve devlet imkanları kullanılarak yapılan işlerle ilgili Anayasa ve sair kanun ihlalleri, sıradan davranışlar haline geldi. Bu durumun giderek, Türkiye’yi “hukuk devleti” ve halkımızı da, “hukukun hakim olduğu” toplum olmaktan çıkardığını, hiç kimse görmek istemiyor. Tıpkı, 2014’de “lisans diplomasının olup-olmadığı” tartışmalı bir şekilde TBMM’de ve 2018’de de halkoylaması ile, “iki kez” Cumhurbaşkanlığına seçilen Erdoğan, önümüzdeki 14 Mayıs seçimlerinde de (yukarıya almış olduğumuz), Anayasa’mızın açık hükümlerine rağmen, “3. kez” Cumhurbaşkanlığına aday olacağını açıklamıştır. Görünen o ki, maalesef, Yüksek Seçim Kurulu bu adaylığı kabul edecek ve sözde muhalefet partileri de, buna itiraz etmeyeceklerdir.   KANUNLARA VE HUKUKA KİM SAHİP ÇIKACAK? Biz millet olarak, nedense “toplumsal hayatın ilkesiz ve kuralsız olamayacağını” pek bilmeyiz! Halkımızda, toplumsal ve kamusal konularda konulmuş bulunan yasal ve geleneksel kurallara sahip çıkma kültürü gelişmemiştir. Hemen her konuda olduğu gibi, bu konuda da işi tümüyle devlete havale ediyoruz. Örneğin, yolda trafik kurallarına uymayanları polisin görmesini ve yakalamasını bekleriz; hiç birimiz, gördüğümüz kural ihlallerini polise ihbar etmeyiz. Hatta, böyle bir şey yapmayı bir “kişilik zaafı” olarak görürüz ve yapanı da eleştiririz! Halbuki, gelişmiş toplumlarda durum çok farklıdır. Bir kere, halk, başta devlet ve devletin hukuk sistemi olmak üzere, kendisini “her şeyin asıl sahibi” olarak görür ve en küçük bir ihlali gördüğünde de (bizdeki gibi asla görmezden gelmez), ya kişisel olarak anında müdahale eder, ya da usulüne riayet ederek ve zaman ayırarak, ilgili devlet birimine resmen bildirir. Erdoğan, üniversite diploması ile ilgili tartışmalar sona erdirilemediği halde, Anayasa’ya rağmen, TBMM tarafından 2014’de Cumhurbaşkanı seçildi! Hakkında en küçük bir eleştiri ya da aleyhte bir ifade için bile, mutlaka dava açan Erdoğan’ın, “üniversite diplomasının olmadığına” dair (bazıları kitap hacminde) yayınların hiçbirine karşı, bugüne kadar tek bir dava açmamış olması, oldukça ilginç bir suskunluktur! Şimdi de, daha önce iki defa Cumhurbaşkanı seçilmiş olduğu ve Anayasa, 3. kez seçilmesine imkan vermediği halde, Erdoğan 14 Mayıs’ta, Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olduğunu söyledi. Böyle bir durumda, asıl sahibi millet olan hukuka kim sahip çıkacak? Devletin tepesindeki kişiyle ilgili böylesine ağır hukuki tartışmalara, ne yazık ki, halkımız tarafından, adeta “gereksiz teferruat” olarak bakılıyor! Halkın önemsemediği hiçbir şeyi, hiç kimse, hiçbir sebeple önemsemez!   SİZ, ÜLKE OLARAK KENDİ HUKUKUNUZU ÇİĞNERSENİZ! Ülkemizde, başta Anayasa olmak üzere, hukukun çiğnendiği hususlar, maalesef, sadece yurt içini ilgilendirmiyor ve etkilemiyor; yabancı ülkeler de, Türkiye’nin ne derece bir “hukuk devleti” olup-olmadığı konusunda değerlendirmeler yapıyor ve Türkiye ile olan ilişkilerinde, bu değerlendirmelerle hareket ediyorlar! Siz, yurt içinde kendi aranızda kendi hukukunuzu bu kadar ayaklar altına alırsanız, yabancılara karşı da, kendi hukukunuzu yürütemez ve savunamazsınız. Bu durumun, tüm dünya tarafından yakından takip edilen en vahim örnekleri, Erdoğan’ın yırtınırcasına “vermeyeceğiz” diye bağırmasına rağmen, “Rahip Bronson”ın iade edilmesi ve Suudi gazeteci “Cemal Kaşıkçı cinayeti” ile ilgili orijinal delillerin Suudilere verilmesi olaylarıdır. Elbette, halkın hiç duymayacağı türden böyle, daha nice olaylar söz konusudur. Siz kendi hukukunuza sahip çıkmazsanız, elin oğlu gözünüzün yaşına bakmaz, sizi hukukunuzu yeniden inşa etme şansı tanımaz, ülkede karanlık bir devir başlar. Maalesef, Türkiye için bu, hiç de küçümsenecek bir ihtimal değildir!   MİLLET OLARAK, ŞU SON 21 YILIN, SAĞLAM BİR MUHASEBESİNİ YAPMAYACAK MIYIZ? AK Parti, Cumhuriyet tarihimizde görülmedik bir şekilde, kesintisiz 21 yıldır tek başına iktidardadır. Bu süre içinde, devletin iç ve dış borçları defalarca katlanırken, milli gelir artışının, borçların hayli gerisinde kaldığı açıktır. Bu sebeple, millet olarak, bu seçimlerde, bu 21 yıllık iktidarın sağlam bir şekilde muhasebesini yapmak ve iktidarın, sabah-akşam, günde elli kere gözlerimizin içine sokmakta olduğu pembe tabloların gerçek renklerini ortaya çıkarmak zorundayız. AK Parti, tümüyle kendi dönemlerinin sonucu olan bugünkü ekonomik sıkıntıları, dış dünya şartlarına bağlıyor ve çok ilginç bir şekilde, asla kendisini sorumlu olarak görmüyor! Halbuki, II. Dünya Savaşı gibi, 5 yıl devam eden ve 56 milyon kişinin öldüğü, bir o kadarının da yaralandığı bir dönemde (yani, 70-80 yıl önce), Türkiye’de yaşanan sıkıntıları, bütünüyle o dönemin siyasi iktidarının sırtına yüklemekten geri kalmıyor! Bir de, bugün karşı karşıya bulunduğumuz enflasyon sebebiyle yapılan eleştirilere, sanki kendilerinin hiçbir dahli yokmuş gibi tepki gösteriyor. Yani, utanmasalar, bu enflasyonu ve ekonomik sorunları da (tıpkı şu son deprem meselesinde olduğu gibi), tümüyle CHP’nin sırtına yükleyecekler. Elbette, “siyasi çıkarları” gereği iktidar, sadece kendince “başarı” olarak gördüğü konuları, olabildiğince büyüterek ve abartarak sahiplenecek, olumsuzlukların üzerini örtecek, örtemediği durumda, sorumluluğu (ne kadar alakası olmasa da) yüzsüz bir şekilde muhalefete yükleyecektir. Bu, onlar açısından anlaşılabilir bir şey. Ama, hiç de doğru olmayan bir durumdur. Milletin, zamanı geldiğinde (yani, seçimlerde) bu gibi durumların muhasebesini doğru bir şekilde yapması gerekiyor. Millet bu muhasebeyi doğru yapamadığı sürece, kaybetmeye devam edecektir.
Ekleme Tarihi: 13 Mart 2023 - Pazartesi

“ÇİĞNEMEK” İÇİN, NEDEN “ANAYASA”DAN DAHA UYGUN BİR ŞEYİMİZ YOK?

Türkiye Cumhuriyeti’nde, ilk Cumhurbaşkanımız Atatürk 3, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Recep Tayyip Erdoğan 2’er ve diğer sekiz kişi (C.Gürsel, C.Sunay, F.Korutürk, K.Evren, T.Özal, S.Demirel, A.N.Sezer ve A.Gül) de, 1’er kez Cumhurbaşkanlığına seçilmişlerdir. Böylece, 1923 yılından bu yana (ilk 15’i TBMM’de olmak üzere), Türkiye’de toplam 16 kez Cumhurbaşkanı seçimi yapılmış oluyor. Ancak, sadece Erdoğan’ın seçimlerinde, kendisinin “hukuken” bu makamın gerektirdiği nitelikleri taşıyıp-taşımadığı tartışmaları yaşandı. Diğerlerinde hiçbir hukuki tartışma yok; tartışmalar, tamamen siyasi çerçevede cereyan etmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen Cuma günü (10 Mart), Anayasa’nın 116. maddesine dayanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçiminin, bir ay öne çekilerek, 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılmasına karar verdi. Böylece, Türkiye’de 14 Mayıs’ta, 17. kez Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak.

 

ANAYASA NE DİYOR, KİMSENİN UMURUNDA MI ACABA?

Bu nedenle, burada ilk olarak (kamuoyunda tartışılmakta olduğu için), bu konuyla ilgili Anayasa maddelerine bir göz atmakta yarar bulunuyor. Halihazırda yürürlükte olan Anayasa’mızın, “Cumhurbaşkanlığı adaylığı ve seçimi”ni düzenleyen 101. maddesinin ilk fıkrası, aynen şöyledir:

“Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.

Anayasa’nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesini düzenleyen 116. maddesinin ilk üç fıkrası da;

“Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.

Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.

Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir. şeklindedir.

 

ANAYASA KOMİSYONU RAPORUNDA İLGİNÇ DEĞERLENDİRME

Bundan dört yıl kadar önce Anayasa’da bazı değişiklikler yapılırken (21.01.2017 tarih ve 6771 sayılı kanun), TBMM Anayasa Komisyonu raporlarında, 101. maddede yapılacak değişiklikle ilgili olarak, şöyle bir değerlendirme yer almaktadır:

“Önerilen düzenleme, değişikliği teklifi kapsamında Anayasa'nın 116. maddesine eklenmesi önerilen bir hükümle bir arada değerlendirildiğinde, 101. maddede öngörülen görev süresi sınırının aşılması ihtimalinin ortaya çıktığı görülmektedir. Zira Anayasa'nın 116. maddesine ilişkin değişiklik önerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birlikte ve aynı anda yenileneceği öngörülmektedir. Bu bağlamda, 116. Maddenin 3.fıkrasında; [Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir] düzenlemesi yer almaktadır.

Böylece, Cumhurbaşkanı ile aynı siyasî eğilime sahip meclis çoğunluğunun birleştiği bir kompozisyonda, Meclis'in kendi seçimlerini yenilemeye karar vermesi durumunda, Meclis seçimleriyle birlikte Cumhurbaşkanlığı seçimleri de yenilenecek ve fakat bu durumdaki Cumhurbaşkanı, üçüncü kez bu göreve aday olabilecektir.

Böyle bir durumda ise, bir kişinin […en fazla iki kez…] Cumhurbaşkanı seçilebileceği yönündeki düzenlemenin etkisiz kılınacağı açıktır.

Görüldüğü üzere, 2017’de Anayasa’nın 101. maddesine konulan “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” hükmünün, 116. maddedeki, “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde, Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” ifadesiyle birlikte düşünülmüş ve “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” hükmü, o maddeye, “tedbir amaçlı olarak”  konulmuş.

 

“ANAYASA, BİR KEZ ÇİĞNENMEKLE BİR ŞEY OLMAZ!” ÖYLE Mİ?

Yaşı 40’ın altında olanlar bilmez; ama, hatırlanacak olursa, 1990 yılında, radyo-televizyon yayıncılığındaki “devlet tekeli”ne dair, yürürlükteki Anayasaya ve TRT kanununa rağmen, Türkiye’nin ilk özel televizyon kanalı olan Star-1 yayına başladığında, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, “Anayasa bir kez çiğnenmekle bir şey olmaz.” demişti. Bu söz büyük tepkilere sebep olsa da, aradan bir süre geçtikten sonra, Anayasa’da ve ilgili kanunlarda değişiklikler yapıldı ve özel radyo-TV yayıncılığı devlet tekelinden çıkarıldı Halbuki, pek âlâ, önce Anayasal ve yasal değişiklikler yapılabilir, özel radyo ve TV yayınları da, ondan sonra başlatılabilirdi!.. Özal’ın bu tavrı, halkın gözünde Anayasayı, siyasi gücü olan herkes tarafından, “gerektiğinde çiğnenmesinde hiçbir mahsur bulunmayan” bir kavram haline getirdi!

Devletin adeta “yapı ruhsatı” olan Anayasa, devletin hukuksal kimliğinin ve A’dan Z’ye tüm hukuk mevzuatının temeli ve kökenidir. Yürürlükteki kanunların çiğnenmesinin bile, bir hukuk devletinde kabul edilmemesi gerekirken, Türkiye’de “Anayasayı çiğnemek”, bazı siyasiler için, “özel zevk” haline gelmiş gibidir. Türk toplumu, maalesef, şu son 21 yıldır, bu konuda iktidar partisine sınırsız bir hoşgörü gösteriyor. Devlet adına ve devlet imkanları kullanılarak yapılan işlerle ilgili Anayasa ve sair kanun ihlalleri, sıradan davranışlar haline geldi. Bu durumun giderek, Türkiye’yi “hukuk devleti” ve halkımızı da, “hukukun hakim olduğu” toplum olmaktan çıkardığını, hiç kimse görmek istemiyor.

Tıpkı, 2014’de “lisans diplomasının olup-olmadığı” tartışmalı bir şekilde TBMM’de ve 2018’de de halkoylaması ile, “iki kez” Cumhurbaşkanlığına seçilen Erdoğan, önümüzdeki 14 Mayıs seçimlerinde de (yukarıya almış olduğumuz), Anayasa’mızın açık hükümlerine rağmen, “3. kez” Cumhurbaşkanlığına aday olacağını açıklamıştır. Görünen o ki, maalesef, Yüksek Seçim Kurulu bu adaylığı kabul edecek ve sözde muhalefet partileri de, buna itiraz etmeyeceklerdir.

 

KANUNLARA VE HUKUKA KİM SAHİP ÇIKACAK?

Biz millet olarak, nedense “toplumsal hayatın ilkesiz ve kuralsız olamayacağını” pek bilmeyiz! Halkımızda, toplumsal ve kamusal konularda konulmuş bulunan yasal ve geleneksel kurallara sahip çıkma kültürü gelişmemiştir. Hemen her konuda olduğu gibi, bu konuda da işi tümüyle devlete havale ediyoruz. Örneğin, yolda trafik kurallarına uymayanları polisin görmesini ve yakalamasını bekleriz; hiç birimiz, gördüğümüz kural ihlallerini polise ihbar etmeyiz. Hatta, böyle bir şey yapmayı bir “kişilik zaafı” olarak görürüz ve yapanı da eleştiririz!

Halbuki, gelişmiş toplumlarda durum çok farklıdır. Bir kere, halk, başta devlet ve devletin hukuk sistemi olmak üzere, kendisini “her şeyin asıl sahibi” olarak görür ve en küçük bir ihlali gördüğünde de (bizdeki gibi asla görmezden gelmez), ya kişisel olarak anında müdahale eder, ya da usulüne riayet ederek ve zaman ayırarak, ilgili devlet birimine resmen bildirir.

Erdoğan, üniversite diploması ile ilgili tartışmalar sona erdirilemediği halde, Anayasa’ya rağmen, TBMM tarafından 2014’de Cumhurbaşkanı seçildi! Hakkında en küçük bir eleştiri ya da aleyhte bir ifade için bile, mutlaka dava açan Erdoğan’ın, “üniversite diplomasının olmadığına” dair (bazıları kitap hacminde) yayınların hiçbirine karşı, bugüne kadar tek bir dava açmamış olması, oldukça ilginç bir suskunluktur!

Şimdi de, daha önce iki defa Cumhurbaşkanı seçilmiş olduğu ve Anayasa, 3. kez seçilmesine imkan vermediği halde, Erdoğan 14 Mayıs’ta, Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olduğunu söyledi. Böyle bir durumda, asıl sahibi millet olan hukuka kim sahip çıkacak? Devletin tepesindeki kişiyle ilgili böylesine ağır hukuki tartışmalara, ne yazık ki, halkımız tarafından, adeta “gereksiz teferruat” olarak bakılıyor! Halkın önemsemediği hiçbir şeyi, hiç kimse, hiçbir sebeple önemsemez!

 

SİZ, ÜLKE OLARAK KENDİ HUKUKUNUZU ÇİĞNERSENİZ!

Ülkemizde, başta Anayasa olmak üzere, hukukun çiğnendiği hususlar, maalesef, sadece yurt içini ilgilendirmiyor ve etkilemiyor; yabancı ülkeler de, Türkiye’nin ne derece bir “hukuk devleti” olup-olmadığı konusunda değerlendirmeler yapıyor ve Türkiye ile olan ilişkilerinde, bu değerlendirmelerle hareket ediyorlar! Siz, yurt içinde kendi aranızda kendi hukukunuzu bu kadar ayaklar altına alırsanız, yabancılara karşı da, kendi hukukunuzu yürütemez ve savunamazsınız. Bu durumun, tüm dünya tarafından yakından takip edilen en vahim örnekleri, Erdoğan’ın yırtınırcasına “vermeyeceğiz” diye bağırmasına rağmen, “Rahip Bronson”ın iade edilmesi ve Suudi gazeteci “Cemal Kaşıkçı cinayeti” ile ilgili orijinal delillerin Suudilere verilmesi olaylarıdır. Elbette, halkın hiç duymayacağı türden böyle, daha nice olaylar söz konusudur.

Siz kendi hukukunuza sahip çıkmazsanız, elin oğlu gözünüzün yaşına bakmaz, sizi hukukunuzu yeniden inşa etme şansı tanımaz, ülkede karanlık bir devir başlar. Maalesef, Türkiye için bu, hiç de küçümsenecek bir ihtimal değildir!

 

MİLLET OLARAK, ŞU SON 21 YILIN, SAĞLAM BİR MUHASEBESİNİ YAPMAYACAK MIYIZ?

AK Parti, Cumhuriyet tarihimizde görülmedik bir şekilde, kesintisiz 21 yıldır tek başına iktidardadır. Bu süre içinde, devletin iç ve dış borçları defalarca katlanırken, milli gelir artışının, borçların hayli gerisinde kaldığı açıktır. Bu sebeple, millet olarak, bu seçimlerde, bu 21 yıllık iktidarın sağlam bir şekilde muhasebesini yapmak ve iktidarın, sabah-akşam, günde elli kere gözlerimizin içine sokmakta olduğu pembe tabloların gerçek renklerini ortaya çıkarmak zorundayız.

AK Parti, tümüyle kendi dönemlerinin sonucu olan bugünkü ekonomik sıkıntıları, dış dünya şartlarına bağlıyor ve çok ilginç bir şekilde, asla kendisini sorumlu olarak görmüyor! Halbuki, II. Dünya Savaşı gibi, 5 yıl devam eden ve 56 milyon kişinin öldüğü, bir o kadarının da yaralandığı bir dönemde (yani, 70-80 yıl önce), Türkiye’de yaşanan sıkıntıları, bütünüyle o dönemin siyasi iktidarının sırtına yüklemekten geri kalmıyor! Bir de, bugün karşı karşıya bulunduğumuz enflasyon sebebiyle yapılan eleştirilere, sanki kendilerinin hiçbir dahli yokmuş gibi tepki gösteriyor. Yani, utanmasalar, bu enflasyonu ve ekonomik sorunları da (tıpkı şu son deprem meselesinde olduğu gibi), tümüyle CHP’nin sırtına yükleyecekler.

Elbette, “siyasi çıkarları” gereği iktidar, sadece kendince “başarı” olarak gördüğü konuları, olabildiğince büyüterek ve abartarak sahiplenecek, olumsuzlukların üzerini örtecek, örtemediği durumda, sorumluluğu (ne kadar alakası olmasa da) yüzsüz bir şekilde muhalefete yükleyecektir. Bu, onlar açısından anlaşılabilir bir şey. Ama, hiç de doğru olmayan bir durumdur.

Milletin, zamanı geldiğinde (yani, seçimlerde) bu gibi durumların muhasebesini doğru bir şekilde yapması gerekiyor. Millet bu muhasebeyi doğru yapamadığı sürece, kaybetmeye devam edecektir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.