Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin, zamanla ortaya çıkan telafisi zor zararları olsa da, gerek bireysel ve gerekse toplumsal hayata olan yararları, saymakla ve anlatmakla bitmez. Elektronik ve bilişim teknolojilerindeki gelişmelerin uzay teknolojileriyle entegre edilmesiyle ortaya çıkan namütenahi uygulamalar, tüm dünyada insanların tüm yaşamlarına hakim olmuş görünüyor. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin hızı, her geçen gün daha da artıyor. Kendi alanlarında uzmanlaşmış kişilerin, uzmanı oldukları konularda derinlemesine çalışmalar ve araştırmalar yapmaları bir yana, sıradan insanların yaşamlarında gündem konuları öylesine hızlı değişiyor (ya da değiştiriliyor) ki, hiç kimsenin, hemen hemen hiçbir konuda derinlemesine düşünebilmesine imkan kalmıyor.
Kamuoyu gündemine gelen (gerekli ya da gereksiz) bir konu hakkında, insanlar yeterince bilgi ve doğru bir görüş sahibi olamadan, öncekini unutturacak yeni bir konu geliyor ve bu süreç, ara vermeden böylece devam edip gidiyor. Kendi bireysel ve toplumsal yaşamlarını ilgilendiren konularda (iletişim teknolojileri, eskiye kıyasla çok daha büyük imkanlar sunduğu halde), “zamanında, doğru ve yeterli” bilgi sahibi olamayan insanlar, hiçbir konuda sağlıklı bir düşünceye ve kanaate de sahip olamıyorlar. Hiçbir konuda sağlıklı düşünceye ve kanaate sahip olamayan insanlardan oluşan toplumlarda, sağlıklı bir kamuoyu da oluşamıyor! Kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşamadığı toplumlarda, içinde bulunulan şartlar ve gerçekler bağlamında, doğru bir ortak irade de ortaya çıkamıyor.
Kimyacılar, bir maddenin ortaya çıkabilmesi için aynı ya da farklı maddelerin atomları arasında sistemli birtakım bağların ortaya çıkarak, moleküllerin oluşması gerektiğini ifade ediyorlar. Aralarında sistemli bağlar kurulamayan (iyonize haldeki) atomların bir madde ortaya çıkarmaları söz konusu olmadığı gibi, toplumsal yaşamda da, insanlar arasında ortak ve benzer fikirler ve kanaatler oluşmadığında, o toplum için yarar sağlayacak bir ortak iradenin de ortaya çıkması imkansızdır.
ORTAK TOPLUMSAL İRADE NASIL ENGELLENİYOR?
İnsanları birbirilerine bağlayan ortak duygular, düşünceler, kanaatler, ihtiyaçlar, çıkarlar vb. gibi başlıca etkenler arasında sistemli bağıntıların söz konusu olmadığı toplumlar, ortak bir irade sahibi olamadıklarından, birtakım “güç sahipleri” tarafından denetim altına alınırlar ve istismar edilmekten kurtulamazlar. Başta bilgisayarlar, internet ve cep telefonları gibi iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin, herkese (hem de zamana bağlı olmaksızın) bilgisini ve düşüncesini sorumsuzca yayma imkanı sağlaması, sonsuz büyüklükte dezenformasyon imkanları yaratmaktadır. İnternet mecralarında paylaşılan ve cep telefonları ile anında insanlara ulaştırılan bilgilerin kahır ekseriyeti gerçek dışı, eksik ya da yanlış ve zaman bağlamından kopuktur. Böyle olunca insanlar, kendilerine cep telefonları ile iletilen mesajların ve paylaşımların ne derece doğru ve ne derece gerekli olup olmadıklarını çoğu zaman anlayamaz, bilemez.
İnternet öncesi dönemde, kendilerinde “bilgileri yayma” becerisi ve imkanı bulunan insanların ve kuruluşların, yaptıkları işle ilgili ağır sorumlulukları ve bu sorumluluklarla örtüşmeyen yayınlarla ilgili olarak da karşı karşıya gelecekleri, etkili müeyyideler söz konusuydu. Basın-yayın organlarının, hem halk nezdinde ve hem de yasalara karşı sorumluluğunu üstlenen “sorumlu müdür”leri olurdu. Yayın yoluyla, yanlış bilgileri ve kamuya zararlı fikirleri yaymak suç olduğundan, sorumlu müdürler, kılı kırk yararlardı. Bilgisayar ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, hiçbir kayıt ve denetim olmadan herkese bilgi ve düşüncelerini yayma imkanı verdiğinden, yanlış bilgilerin ve zararlı fikirlerin yayılmasını engellemek neredeyse imkansız hale gelmiştir.
Kendi çıkarları doğrultusunda kamuoyu oluşturmak isteyen herkes, internet mecralarında, “trol” adı verilen, ücretli dezenformasyon personeli çalıştırıyor. Halka yanlış bilgi vermek ve zararlı fikirleri yaymak halen de suç olduğu halde, internet ortamlarında hiç kimse bunu umursamıyor.
KOLEKTİF ZİHİN FELCİNE Mİ MARUZ KALDIK?
Bu durumun, çocuklarımızın ve gençlerimizin yetişmesi üzerinde de çok ciddi olumsuz etkileri oluyor. Evlerdeki televizyonlardan, bilgisayarlardan ve cep telefonlarından, adeta çok yönlü dezenformasyon bombardımanına maruz kalan çocuklarımız ve gençlerimiz, kitap okuma alışkanlığı da kazanmadıklarından, hiçbir konuda derinlemesine bilgi, doğru düşünce ve kanaat sahibi olamıyorlar! Hemen her konuda, birkaç cümleden ibaret yüzeysel bilgi, düşünce ve kanaatlerle ne kendi yaşamlarını kontrol altına alabiliyorlar, ne de toplumsal yaşama olumlu katkılar yapabiliyorlar. Saatlik aralıklarla değiş(tiril)en gündem konuları ile kafaları meşgul edilen çocuklarımız ve gençlerimiz, hiçbir konuda derinlemesine bilgi, düşünce, fikir ve kanaat sahibi olamıyorlar.
Gerek TV, gazete ve radyo gibi konvansiyonel medya organlarından ve gerekse internetteki sosyal medya ve diğer mecralardan belli bir amaca yönelik, dışarıdan yönetilen, özel kurgulanmış ve planlı bir şekilde yürütülen yayınların ve paylaşımların etkisine maruz kalan toplumlarda, tamamen kendilerine mahsus sağlam bir kamuoyu oluşması söz konusu olmadığından, ortaya çıkan “siyasi irade” de, o toplumun içinde bulunduğu şartlar ve gerçekler ile dönemsel ve gelecekteki ihtiyaçlarına uygun olmayacaktır. Gündem konuları hızlı ve sürekli değiştirilerek, adeta “kolektif zihin felci”ne uğratılan toplumlar, sadece kendi imkanlarını ve varlıklarını değil, emeklerini de yabancılara ve hatta düşmanlarına sunmaktan kurtulamazlar.
“MEDYA ZEHİRLENMESİ”NİN EN ETKİLİ PANZEHİRİ
Yalan yanlış ve maksatlı dedikodu platformlarına dönüşmüş olan konvansiyonel medya (gazete TV, radyo) ve internet (sosyal medya, bilgisayar, telefon) mecralarındaki yayın ve paylaşımlarla zihinleri darmadağın edilen insanların, karşı karşıya bulundukları gündelik hadiseleri ve gerçekleri zamanında, doğru ve yeterli bir şekilde algılamaları, değerlendirmeleri, analiz etmeleri ve sağlıklı sonuçlara varabilmeleri imkansızdır. Kısaca “medya zehirlenmesi” diyebileceğimiz bu durumdan kurtulmanın en önemli yolu çocuklarımıza ve gençlerimize kitap sevgisi ve okuma alışkanlığı kazandırmaktır. Kitap okurken, okunanlar üzerinde derinlemesine düşünme, sistemli sorgulama ve edinilen bilgileri analiz etme becerileri de kazanılır. Kitap okuyarak, derinlemesine düşünme, sistemli sorgulama ve analiz yeteneği kazanmış olan insanlar, maksatlı dezenformasyon yayınlarının ve paylaşımlarının etkisinde kalmaz.
Türkiye gibi geri kalmış toplumlarda kitap sevgisinin ve okuma alışkanlığının son derece zayıf olduğu açıktır. Bu nedenle, bireysel ve toplumsal ölçekte edinilen bilgiler, karşı karşıya bulunulan olaylar ve gelişmeler üzerinde derinlemesine düşünme, sistemli sorgulama ve analiz etme yeteneği olmayan tüm toplumlar gibi, Türk halkı da emperyalist amaçlara son derece açıktır. Türk halkı, son 20 yılda çok daha belirgin olmak üzere, 1950 yılından bu yana, giderek artan bir şekilde, kendi iradesini kaderi üzerinde hakim kılma becerisini ve gücünü yitirmekte ve batılı emperyalist güçlerin güdümüne girmektedir. Erdoğan’ın şu son ABD seyahatinde, ABD Başkanı Donald Trump tarafından, yetişkin bir büyüğün küçük bir çocuğun saçını okşamasına benzer, son derece aşağılayıcı sözde övgülerine maruz kalmış olması, milli utanç nedeni olmalıyken, gerçekte son derece aşağılayıcı olan o ifadeler üzerinde, iktidar siyasileri tarafından ve yandaş medya mecralarında zafer naraları atılması, diğer bir kahredici durumdur.
“HİLELİ SEÇİM”İ EN İYİ KİM BİLİR(MİŞ)?
Ortadoğu’da, başta ABD olmak üzere, İsrail merkezli, batılı emperyalist güçlerin amaçlarına uygun bir devlet yapısının oluşturulması amacıyla hazırlanan ve 2004 yılından itibaren uygulamaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP) Türkiye’ye biçilen rolün ve Eşbaşkan Erdoğan’a verilen görevin tam olarak ne olduğunu bilen yok! Bu konuyla ilgili yazılıp-söylenenler, aradan geçen 20 yıl içinde meydana gelen gelişmeler üzerinden, kişisel fikir yürütmekten ibarettir. Yani, Tük halkının seçimle(!?) işbaşına getirdiği bir Başbakan’a, Türk halkı dışında kim ne görev vermektedir? Trump’ın o malum görüşmede, kameralar önünde, Erdoğan’ı işaret ederek, “Hileli seçimin ne olduğunu en iyi bu arkadaş bilir.” şeklindeki, güya espriyle karışık, açıkça tehdit de kokan laf sokmasını nereye koyacağız? Ülkemiz medyasının %90’ını teşkil eden iktidar yandaşı medya organlarının ve internetteki iktidar yandaşı sosyal medya mecralarının hiçbirinde, Trump’ın bu cümlesi üzerinde tek kelime edilmemiştir!..
2002 yılında yapılan Milletvekili Genel Seçimleri de dahil olmak üzere, son 23 yıl içinde Türkiye’de yapılan tüm seçimlerin, ciddi bir şekilde araştırılması ve her bir seçim üzerinde ayrıntılı analizlerin yapılması gerekiyor. Böylesine ciddi bir çalışma yapıldığında, ortaya ne gibi gerçeklerin çıkabileceği ve ortaya çıkacak gerçeklerin Trump’ı ne kadar doğrulayacağı ya da yalanlayacağı ilginç bir merak konusudur. Burada örneğin, 16 Nisan 2017’de gerçekleştirilen Anayasa Referandumu’nda, YSK tarafından geçerli sayılan “mühürsüz oylar” meselesinin, bir kere daha hatırlanması ve üzerinde derin derin düşünülmesi gerekiyor.
Hani, deveye “Boynun eğri” demişler de deve, “Nerem doğru?” diye sormuş ya, işte hâl-i pür melalimiz bundan ibarettir.