Sanırım, “terör-rant ortaklığı”nın bu yılki “orman yakma programı” bitti… 15-20 gün öncesine kadar, Hatay’dan Saros Körfezi’ne kadar, güney ve batı Anadolu’nun kıyı bölgelerinde, her gün onlarcası çıkartılan orman yangınları, sanki bıçakla kesilmiş gibi kesildi! Sadece bu durum da açıkça gösteriyor ki, millet olarak hepimizin ciğerlerini dağlayan orman yangınlarının, kontrol altına alınmaları ve söndürülmeleri en zor olanları, kazara ya da ihmal sonucunda çıkmıyordu. AK Parti döneminde meydana gelen hemen hemen tüm orman yangınlarından sonraki yıllarda olduğu gibi, bundan sonra da, ekonomik rantı yüksek olan bölgelerde yakılan ormanların yerlerinde, hangi iktidar yandaşlarının tatil köyleri, otelleri, yazlık siteleri vs. yükselecek, onları izleyeceğiz.
Orman yangınları konusu tamam, şimdi, ülke gündeminin yeni baş konusu, “Terörsüz Türkiye”… İktidar cenahı, son 9 aydır bu konudaki tutum ve politikasıyla, “halkı ayakta uyutarak”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerine dinamit döşüyor. Ne var ki, bu durumu teşhis ve tespit ederek, halkı uyandırmaları gereken sözde muhalefet partileri bu konuda ya hiç topa girmiyorlar, ya da iktidarın söylemlerini destekliyorlar.
FESİH VE SİLAH BIRAKMA TİYATROSU: PERFORMANS FENA DEĞİL!
Konvansiyonel medya organları ile sosyal medya mecralarında da orman yangını dönemi bitmiş görünüyor; şimdi milletçe, PKK’nın sözde “silah bırakma” tiyatrosunu seyrediyoruz. Geçtiğimiz Cuma günü, PKK tarafından, Irak’ın kuzeyinde, Barzani aşiretinin yönetiminde bulunan bölgedeki Süleymaniye şehrinin yaklaşık 60 km kuzeybatısında yer alan “Casene (Jasana) Mağarası”nda düzenlenen, “Silah Bırakma Töreni” adlı tiyatro oyununda, Türkiye’den de pek çok figüran görev aldı. Süleymaniye’den Dukan'a giderken, Surdaş bölgesinde bulunan KaniHan köyünün eteklerindeki bu mağara, I. Dünya Savaşı sırasında, İngilizlere karşı mücadele eden Şeyh Mahmud Hafid Berzenci tarafından karargâh olarak kullanılmış.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 01 Ekim 2024 tarihinde, mecliste DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşması ve 22 Ekim’de de MHP Meclis Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’a “Örgütü lağvet, gel mecliste DEM Parti grubunda konuş.” çağrısı ile başlayan ve bilahare, Erdoğan tarafından “Terörsüz Türkiye” söylemi ile devam ettirilen süreçte ilk perde, 05-07 Mayıs 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen PKK’nın 12. Kongresi’nde alındığı açıklanan “fesih(!)” kararı ile tamamlanmıştı; şimdi de, Casene Mağarası’nda, aynı oyunun ikinci perdesi oynandı ve biz de, millet olarak seyrettik… Oynanan bu tiyatro ile ilgili olarak, hem PKK mensuplarının ve hem de iktidar cenahının zafer naraları atıyor olmaları, Türkiye açısından ilginç bir tablo oluşturuyor… Kırk yılı aşkın bir süredir, birbirleri ile amansız kavga halinde olan PKK (ve onun TBMM’deki temsilcileri) ile Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimini elinde bulunduran iktidar cenahının, “birlikte zafer naraları atıyor olmaları”ndan, millet olarak ne anlamalıyız? Bu kavgada hayatlarını kaybeden 55 bini aşkın genç insanımızı unutacak ve onların ailelerinin yürek acılarını göz ardı mı edeceğiz?
DEVLETİN PKK’YA KARŞI YÜRÜTTÜĞÜ MÜCADELE “GERÇEK” MİYDİ?
Türk tarihinde, bu durumun bir başka örneği var mı acaba? Cereyan eden savaş durdurulduktan sonra, her iki taraf da aynı anda zafer narası atıyorsa, burada, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli hususlar olmalı! Bu zafer naraları atanlar, ya zaten ortak ve birlikteler, ya da taraflardan biri kendi halkını aldatıyor! Karşı karşıya bulunduğumuz durumda, PKK elebaşıları mı Kürtleri aldatıyor, yoksa, iktidar mı Türk milletini aldatıyor? Sizce hangisi?
Şimdi burada uzun uzun anlatacak değilim ancak ben şahsen, 1984 yılındaki Eruh ve Şemdinli baskınlarının yapıldığı günden bu yana, devletin PKK’ya karşı, “gerçek ve sonuç almaya matuf sistemli bir mücadele” yürüttüğü kanaatinde değilim. Bu kanaatimi, o ilk günlerden bu yana muhafaza ediyorum. Bu nedenle ben şahsen, karşılıklı olarak bu zafer naraları atanların (tabii perde arkasında), esasen geçmişi 65 yıl öncesine dayanan ve bizim, Erdoğan’ın, projenin “eşbaşkanlarından biri” olduğunu açıklaması (2004) ile haberdar olduğumuz (ABD, İngiltere ve İsrail ortak projesi) BOP kapsamında, birlikte ve ortak oldukları kanaatini taşıyorum. Ne var ki bu gerçek, yıllardır Türk milletinden gizlenmiş, başta Anavatan Partisi ve AK Parti (MHP ile birlikte) olmak üzere, 1984’ten bu yana gelen tüm iktidarlar tarafından, “PKK’nın gelişmesi, uluslararası etkileri ve bağlantıları olan bir örgüt haline gelmesi” yönünde politikalar izlenmiştir.
Kırk yıldır PKK’ya ve bölücü teröre karşı oldukları zannedilen partilerin ve çevrelerin, aslında, verdikleri sözde muhalif görüntülerle milleti aldattıkları, artık bugün iyice açığa çıkmıştır. Süleymaniye’de, sözde silah bırakma tiyatrosunun oynandığı gün PKK’lı teröristler, ülkenin muhtelif şehirlerinde, kalabalık araç konvoyları ile, oldukça gürültülü bir şekilde ve saatlerce süren, gövde gösterileri yapmışlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı kazandıkları zaferlerini ilan etmişlerdir.
PKK İLE TÜRKİYE ARASINDA 41 YIL SÜREN KAVGAYI KİM KAZANDI?
İktidar, “Terörsüz Türkiye” söylemi ile yürütmekte olduğu süreçte, halka aylardır, “PKK ile en küçük bir pazarlığın yapılmadığını ve hiçbir vaatte bulunulmadığını” anlatıyor! Ancak, gerek doğrudan PKK adına Kandil’dekilerin ve gerekse, süreçle ilgili olarak PKK adına iktidarla olan temasları yürütmekte olan DEM Parti yetkililerinin ifadeleri, iktidar cenahının ifadelerini net bir şekilde yalanlıyor. Ne var ki, hiçbir şekilde üzerinde düşünmeden ve sorgulamadan, Erdoğan’ın ve iktidar cenahındaki medya demagoglarının ifadelerine inanmakta olan halkın yaklaşık üçte biri, devletin PKK’ya diz çöktürdüğünü ve zafer kazanıldığını zannediyor… Burada 20 Mayıs 2025 tarihinde yayınlanan “PKK Sadece Kandil’den İbaret Değil” başlıklı yazımızda geniş olarak anlatıldığı üzere, PKK çatısı altında, bölge ülkelerinin yanı sıra, dünyanın da pek çok ülkesine yayılmış halde, devasa bir örgütsel yapı ve bu yapıya dahil, Suriye’de 70 bini aşkın mevcutlu düzenli bir orduya sahip YPG’den (özellikle iktidar cenahından) hiç kimse tek kelime etmiyor! Neden acaba?
İktidar, dokuz ayı aşkın bir zamandır devam etmekte olan Terörsüz Türkiye süreci ile ilgili olarak, resmen halka yalan söylüyor, başta TBMM ve TRT olmak üzere, hemen her zeminde, insanlara yanıltıcı bilgiler veriyor. Ne yazıktır ki muhalefet partileri, bu süreçle ilgili gerçekleri halka anlatmıyor, sadece iktidarın açıklamalarıyla sınırlı, tamamen göstermelik eleştirilerden başka hiçbir şey yapmıyor. Halbuki, muhalefet partilerinin (gerçekte ne kadar muhaliflerse artık), bahse konu süreçle ilgili olarak iktidar ile PKK arasında yapılan görüşmeleri ve pazarlıkları deşifre etmeleri, iktidarın devlete PKK önünde diz çöktürme çabalarını, halka anlatmaları gerekiyor.
HALKA GERÇEKLERİ SÖYLEMEYE GEREK YOK!
Burada, son 23 yıl içinde (ve aslında onun da öncesinde) Erdoğan’ın PKK ile ilgili sözleri ve davranışları, bu söz ve davranışlarındaki birbirine zıt dönüşleri, CHP’ye yönelik “PKK ile iş birliği yapıyor” ithamları, 2009’da Norveç’in Başkenti Oslo’da yürütülen PKK-MİT görüşmeleri vb. gibi pek çok konuyla ilgili tutumu ve sözleri üzerine derli-toplu, analitik bir çalışma yapılsa, bugün zannedilenin çok ötesinde şaşırtıcı, ama “gerçek” sonuçlar mutlaka ortaya çıkar. Ne var ki, Türkiye’de, gündelik temelsiz demagojilerden öteye, bunu yapacak düzeyde yetişmiş insanlar ile böyle bir çalışmaya anlam ve değer verecek toplumsal entelektüel birikim yok! Dahası, genel anlamda siyasi faaliyetlerde, toplumun en geri, en cahil ve en aptal kesimleri merkeze alındığından, ülke genelinde, hiçbir konuda, belli bir temel düzeyden yukarıya çıkılamıyor. Örneğin, sözde savunma sanayisi alanında, “dron” denen ve giderek basit hale gelmekte olan uzaktan kumandalı insansız hava araçları, “İHA-SİHA” ifadeleri ile abartılarak, sanki bunu dünyada başka yapan kimse yokmuş gibi halka anlatılıyor ve siyasetçilerin öncelikli ilgi duydukları, toplumun o kesimleri tarafından da, tüm bu masallar gerçek zannediliyor!
Sadece PKK terörü konusunda değil, hemen hemen kritik olan her konuda, halka doğruları söylemeyen ve gerçekleri gizleyen iktidarın en son büyük yalanı, geçen 06 Temmuz günü, Irak’ın kuzeyindeki dağlarda, bir mağarada 12 askerimizin şehit oldukları olaydır. Milli Savunma Bakanlığı resmi olarak, askerlerimizin, mağaradaki metan ve karbonmonoksit gazlarından zehirlenerek hayatlarını kaybettiklerini açıkladı. Ancak, konunun uzmanları ağız birliği ile, metan gazının zehirleyici etkisinin bulunmadığını ve patlayıcı bir gaz olduğunu söylüyorlar. Bu arada, olayın aydınlatılması için TBMM’de verilen bir araştırma önergesi, tıpkı “FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılması” önergesi gibi, AK Parti ve MHP oyları ile reddediliyor! Peki neden?
ŞEHİTLERİMİZİN TAMAMI, FAKİR-FUKARA ÇOCUKLARIDIR!
Türk tarihi ile ilgili araştırmalar yapan bilim insanları, Selçuklu ve Osmanlı Devletlerini, nedense “Türk milleti açısından” pek incelememişlerdir. Yani, Türkler tarafından kuruldukları halde, bu iki devletin, kadim Türk milletine ne gibi yararlar sağladığı ve/veya zararlar verdiği konularında çalışan pek bir kimsemiz yok. Bu konuda ilk ve en dikkat çekici çalışmaları, ünlü tarihçimiz Prof.Dr. Halil İnalcık (1916-2016) yapmıştır. Osmanlı tarihi ile ilgili çalışmaları dünya çapında büyük ilgi ve kabul gören İnalcık hoca, Osmanlı Devleti’ni, yapısal ve askerî/siyasî etkiler bakımlarından, genelde fevkalade başarılı bulduğu halde, Türk milleti üzerindeki uzun vadeli etkileri bakımından, son derece karamsardır.
Burada asıl konu, 41 yıldır PKK tarafından katledilen asker ve sivil tüm insanlarımızın, fakir-fukara ailelerin çocukları olmalarıdır. Hayatını kaybeden 55 bin kişiden tek bir tanesi bile, pek çoğu çocuklarını askere bile göndermeyen, devletin üst kademelerindekilerin ya da zengin ailelerin çocuğu değildir! Vatan savunması için şehit olmak, münhasıran fakir-fukara çocuklarına mahsus bir zulüm aracı haline gelmiştir. Vatan için sadece fakir-fukara çocukları ölecek ve o şehitlerin uğruna canlarını verdikleri o vatanda, devletin üst kademelerindekilerin ve zengin ailelerin çocukları saltanat sürecekler, öyle mi?
PKK, KAVGASINI ULUSLARARASI PLATFORMLARDA SÜRDÜRECEK
Terörsüz Türkiye süreciyle ilgili olarak, söylenebilecek şey şudur: Bölücü terör, 1978 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde Öcalan’la birlikte 21 kişi tarafından PKK ile yürüttüğü mücadelesini, önümüzdeki dönemde bir üst düzeye taşıyacak ve başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, uluslararası platformlarda, dış desteklerden aldığı güç ve imkanlarla, Türkiye’nin karşısına oturacaktır. Bugüne kadar PKK’ya karşı yürütüldüğü iddia edilen sözde mücadelede Türkiye, sadece 55 bin can ve yüz milyarlarca Dolar para kaybetti. PKK’nın (muhtemelen başka bir ad altında) bundan sonra yürüteceği mücadelede, Türkiye sadece can ve para kaybetmeyecek; çok daha kötüsü, toprakları üzerindeki siyasi egemenlik hakları uluslararası tehdit altına girecektir. PKK’nın, sözde fesih bildirisinde Lozan Antlaşması’na yapılan atıf hiçbir şekilde göz ardı edilebilecek bir durum değildir.
Gayet açıktır ki, asıl ve nihai hedef, devleti, ülkesi ve milletiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin bizatihi varlığıdır. Ne yazık ki bugün, bu varlığı tehdit eden unsurlarla iktidar, alenen kol-kola birlikte dans etmektedir. Böyle olmasa, PKK’nın bazı şehirlerdeki araç konvoylarına polisin dokunmaması ve iki taraflı senkronize zafer naraları neyle izah edilebilir?
---------------------
14 Temmuz 2025