Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

OLİGARKLAR, KAMUOYUNU KENDİLERİ OLUŞTURUR!

Bundan önceki iki yazımızda, “kendi yapıları oligarşik olan siyasi partilerle, hiçbir şekilde demokrasinin söz konusu olamayacağını” anlatmış ve “Birileri bu millete bunu anlatamadığı sürece de, bu düzenin böylece devam edip gideceğini” söylemiştik… Kendi gündemlerini kendileri yaratamayan, sivil örgütlenme becerisi olmayan toplumlarda, gerçekte “çete” özelliklerine sahip, oligarşik siyasi yapılar ortaya çıkar. Onlar da kendi aralarında, “siyasi iktidar mücadelesi” görüntüsü altında, “ülkenin kaynaklarına çökme” kavgaları yaparlar. Asıl dertlerinin bu olduğunun halk tarafından anlaşılmaması için de, milli, manevi ve evrensel insani değerlerden bir ya da birkaçını söylemlerinin merkezine yerleştirirler ki, bunun, Hz.Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffin Savaşı’nda, Muaviye’nin askerlerinin, mızraklarının ucuna Kur’an-ı Kerim sayfalarını takmalarından farkı yoktur.   SİYASİ OLİGARKLAR, DAİMA SERMAYE İLE İÇ-İÇEDİR! Oligarşik partilerin olmazsa olmazlarının başında, “yerli ve yabancı sermaye çevreleri ile işbirliği yapmak” gelir. Halka yönelik propaganda faaliyetlerinin merkezine milli ya da evrensel değerlerden bazılarını yerleştirdikten sonraki en önemli hakimiyet alanı, geçmişte matbuat (basın) denen, son yıllarda, radyo, TV ve internet mecralarının da ortaya çıkması ve gelişmesi ile “medya (İngilizcesi media)” kavramı ile ifade edilen, “gündelik konularla ilgili enformasyon kuruluşları”dır. Öte yandan, DP’den itibaren, iktidarlar iş dünyasında “kendi zenginleri”ni yaratmayı, olmazsa olmaz bir uygulama olarak görmüşler ve görmeye de devam etmektedirler. Cumhuriyet döneminde, DP’nin, basın sektöründeki kişi ve kuruluşları, gerek çeşitli devlet kuruluşlarının bütçelerinden ve bilhassa, Başbakan’ın uhdesinde ve yetkisinde bulunan “Örtülü Ödenek”ten fonlaması, Yassıada mahkemelerine de konu olmuştur. Bu şekilde, 1983 yılına kadar, şartlar ve iktidardaki siyasi kadronun ihtiyaçları bağlamında azalan ya da artan bir şekilde, “yasal olmayan, ama herkes tarafından da açıkça görülmekte olan” bir uygulama olarak devam etmiştir. 1983’te Anavatan Partisi (ANAP)’nin iktidara gelmesiyle, daha önce basın dışında iş yapmalarına izin verilmeyen gazete ve Radyo-TV sahiplerine (yasal olmamasına rağmen), “iktidarı destekleyen yayın yapmaları şartı”na bağlı olarak, tüm iktisadi ve ticari alanlarda faaliyet göstermelerinin yolu açılmıştır. İktidar yanlısı basın-yayın kuruluşlarına sadece böyle bir yolun açılması ile kalınmamış, ayrıca, başta devlet bankaları olmak üzere, “teşvik” adı altında, çeşitli devlet imkanları ile de (örneğin, ithalat ayrıcalıkları ve vergi muafiyetleri gibi) çok özel(!) ve münferit destekler sağlanmıştır.   YENİ VE FARKLI BİR DURUM: AK PARTİ OLİGARŞİSİ VE MEDYA Ancak, 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesi ile medya meselesinde de, çok farklı bir yapılaşmaya gidilmiştir. İktidar tarafından, devlet gücü kullanılarak yaratılan baskılarla, ülke genelindeki belli başlı basın-yayın kuruluşlarının el değiştirmesi sağlandı. AK Parti tarafından, kamuoyunda “havuz medyası” kavramı ile ifade edilen, her durumda iktidar yanlısı yayın yapmakta olan “yandaş medya sektörü” yaratıldı. Artık Türkiye’de, “doğrudan iktidar tarafından sevk ve idare edilmekte olan”, basın-yayın kuruluşları dönemi başlamıştı. Elbette, sözde “demokrasi” ile idare edildiği iddia edilen bir ülkede, göstermelik de olsa, bir “muhalif medya”nın olması da gerekiyordu. Nitekim, abartılı muhalif söylemlerle yayın yapan birkaç medya kuruluşu da ortaya çıkarıldı. Halkın, iktidarın icraatlarından rahatsız olan kesimleri, “muhalif ve kendilerinin sesi” zannettikleri, bu sözde medya organlarının yayınlarını takip ediyorlar. Halbuki (hem iktidar, hem de muhalefet yanlısı), tüm etkili medya organları, farklı yöntemler kullanılarak, AK Parti iktidarı tarafından sevk ve idare edilmektedir.   OLİGARŞİLERDE MEDYA ORGANLARINI SİYASET DİZAYN EDER Halkın, tıpkı birbirleri ile iktidar mücadelesi yaptıklarını zannettiği partiler gibi, medya organlarının da aynı oligarşik yapının unsurları olduklarını anlaması mümkün olmuyor. Çok ilginçtir ki, 21 yıldır yapılan “Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri”nin tamamında, tüm siyasi aktörlerin rolleri ve statüleri aynı şekilde kaldığı halde, halkta, bunların aslında “aynı oyunun unsurları oldukları”na dair, en küçük bir şüphe uyanmamaktadır. Seçim dönemlerinde, halkın gözü, sözde “ittifak” muhabbetleriyle akıl almayacak derecede kolay bir şekilde perdelenebilmektedir. Bu işte kullanılan en önemli mekanizma, medya sektörüdür. Öyle ki, “halkın (gerek iktidar ve gerekse muhalefet yanlıları olarak)  ne zaman ve hangi konuda ne yönde düşüneceği”, medya sektörü tarafından, büyük bir ustalıkla belirlenebilmektedir. Öyle ki, halk “kendisini birinci derecede ve doğrudan ilgilendiren yurt ve dünya meselelerinde” ortak bir görüş (kamuoyu) ortaya koyamaz hale getirilmiştir. Mevcut medya oluşumunun mimarı olan iktidar, elbette bu durumdan elde ettiği kazanımları sözde muhalif partilerle de dolaylı bir şekilde paylaşmaktadır. Böylece, 21 yıldır, iktidar kendi koltuğunda ve sözde muhalefet partilerinin yöneticileri de, kemâl-i âfiyetle, kendi koltuklarında oturmaya devam etmektedirler.   HALK, NE ZAMAN, HANGİ KONUDA VE NE YÖNDE DÜŞÜNMELİ? Tüm dünyada, ilkesel olarak, ülkelerin medya sektörlerinin “iktidarların borazanları haline gelmemeleri için” çeşitli yasal ve meslekî etik değerler şeklinde, koruma tedbirleri geliştirilmiştir. Ne var ki, toplumların demokrasi bilinçlerindeki gelişme düzeyleri bakımından yetersiz olan ülkelerde, bu tedbirler etkili olamamaktadır. Türkiye gibi, demokrasi ilkeleri toplum tarafından yeterince özümsenmemiş ülkelerde, daima “yasal”, ama “etik ve hukuki olmayan” usullerle, medya sektörü iktidarlar tarafından kontrol altına alınabilmektedir. Nasıl ki (birkaç istisna dışında), yeryüzündeki tüm ülkelerde, yasal olarak birbirlerinin aynı olan trafik kuralları (toplumsal ve kültürel farklılıklara bağlı olarak) birbirlerinden farklı şekillerde uygulanıyorsa, “basın özgürlüğü” adına, medya ile ilgili geliştirilen evrensel ilkeler ve yasalar da, bilhassa geri kalmış ülkelerde farklı uygulanıyor ve basın özgürlüğü asla sağlanamıyor!   “PADİŞAHIM ÇOK YAŞA!” Basın özgürlüğünün sağlanamadığı ülkelerde, kamuoyu doğal ve özgürce “aşağıdan yukarıya” doğru işleyen bir dinamik haline gelemez! Böyle olunca da, iktidarların kontrolünde olan medya organları tarafından, kamuoyu sürekli tepeden manipüle edilir ve devlet, ülke ve millet, iktidardaki (ve onların iş dünyasındaki ortakları olan) oligarklar tarafından sömürülmeye devam eder. Kamuoyunun doğal bir şekilde, aşağıdan yukarıya doğru oluşabilmesi için, ülkede gerçek bir “düşünce özgürlüğü”nün olması en temel şarttır. İnsanların düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleri için de gerçek bir basın özgürlüğünün olması gerekir; eğer basın özgürlüğü yoksa ve gerek toplum, gerekse de yasalar tarafından korunmuyorsa, o ülkede düşünce özgürlüğünden söz edilemez! Sadece iktidar tarafından müsaade edilen ölçülerde ifade özgürlüğü, gerçekte, tüm özgürlüklerin kısıtlanmasına sebep olan son derece tehlikeli bir durumdur. Ne yazık ki, bugün Türkiye’de, medya kuruluşlarının ve basın mensuplarının özgür oldukları söylenemez! İktidarı ve sözde muhalefeti ile tüm yönlerden iktidar tarafından sevk ve idare edilmekte olan medya sektörü ile ortaya çıkan tek bir etki vardır; o da, daima iktidarı kutsayan, “padişahım çok yaşa” ifadesi ile tanımlanabilir. Bir ülkede ne zaman ki, kamuoyu kendi doğasının gerektirdiği şekilde ve yönde oluşmaya başlar, ancak o zaman o ülkede “demokrasi”den söz edilebilir. Bunun için de, halkın tamamen “sivil” bir örgütlenme becerisine ve “özgür toplum” özelliklerine sahip olması gerekiyor. Türkiye’de olduğu gibi (çok az sayıdaki birkaç istisna dışında), kısaca STK denen sivil toplum kuruluşlarının da, mevcut siyasi oligarşi ile uyum içinde, iktidarlarla (ve belediyelerle de) al takke-ver külah ilişkileri kurarak, halkın ve ülkenin soyulması faaliyetlerine katıldığı ülkelerde, çağdaşlıktan ve demokrasiden söz etme imkanı olamaz! Kamuoyunun, siyasi oligarklar tarafından belirlenmekte olduğu Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde, demokrasi filan olamaz; ama, en parlak demokrasi nutukları bu gibi ülkelerde atılır.
Ekleme Tarihi: 07 Ağustos 2023 - Pazartesi

OLİGARKLAR, KAMUOYUNU KENDİLERİ OLUŞTURUR!

Bundan önceki iki yazımızda, “kendi yapıları oligarşik olan siyasi partilerle, hiçbir şekilde demokrasinin söz konusu olamayacağını” anlatmış ve “Birileri bu millete bunu anlatamadığı sürece de, bu düzenin böylece devam edip gideceğini” söylemiştik…

Kendi gündemlerini kendileri yaratamayan, sivil örgütlenme becerisi olmayan toplumlarda, gerçekte “çete” özelliklerine sahip, oligarşik siyasi yapılar ortaya çıkar. Onlar da kendi aralarında, “siyasi iktidar mücadelesi” görüntüsü altında, “ülkenin kaynaklarına çökme” kavgaları yaparlar. Asıl dertlerinin bu olduğunun halk tarafından anlaşılmaması için de, milli, manevi ve evrensel insani değerlerden bir ya da birkaçını söylemlerinin merkezine yerleştirirler ki, bunun, Hz.Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffin Savaşı’nda, Muaviye’nin askerlerinin, mızraklarının ucuna Kur’an-ı Kerim sayfalarını takmalarından farkı yoktur.

 

SİYASİ OLİGARKLAR, DAİMA SERMAYE İLE İÇ-İÇEDİR!

Oligarşik partilerin olmazsa olmazlarının başında, “yerli ve yabancı sermaye çevreleri ile işbirliği yapmak” gelir. Halka yönelik propaganda faaliyetlerinin merkezine milli ya da evrensel değerlerden bazılarını yerleştirdikten sonraki en önemli hakimiyet alanı, geçmişte matbuat (basın) denen, son yıllarda, radyo, TV ve internet mecralarının da ortaya çıkması ve gelişmesi ile “medya (İngilizcesi media)” kavramı ile ifade edilen, “gündelik konularla ilgili enformasyon kuruluşları”dır. Öte yandan, DP’den itibaren, iktidarlar iş dünyasında “kendi zenginleri”ni yaratmayı, olmazsa olmaz bir uygulama olarak görmüşler ve görmeye de devam etmektedirler.

Cumhuriyet döneminde, DP’nin, basın sektöründeki kişi ve kuruluşları, gerek çeşitli devlet kuruluşlarının bütçelerinden ve bilhassa, Başbakan’ın uhdesinde ve yetkisinde bulunan “Örtülü Ödenek”ten fonlaması, Yassıada mahkemelerine de konu olmuştur. Bu şekilde, 1983 yılına kadar, şartlar ve iktidardaki siyasi kadronun ihtiyaçları bağlamında azalan ya da artan bir şekilde, “yasal olmayan, ama herkes tarafından da açıkça görülmekte olan” bir uygulama olarak devam etmiştir.

1983’te Anavatan Partisi (ANAP)’nin iktidara gelmesiyle, daha önce basın dışında iş yapmalarına izin verilmeyen gazete ve Radyo-TV sahiplerine (yasal olmamasına rağmen), “iktidarı destekleyen yayın yapmaları şartı”na bağlı olarak, tüm iktisadi ve ticari alanlarda faaliyet göstermelerinin yolu açılmıştır. İktidar yanlısı basın-yayın kuruluşlarına sadece böyle bir yolun açılması ile kalınmamış, ayrıca, başta devlet bankaları olmak üzere, “teşvik” adı altında, çeşitli devlet imkanları ile de (örneğin, ithalat ayrıcalıkları ve vergi muafiyetleri gibi) çok özel(!) ve münferit destekler sağlanmıştır.

 

YENİ VE FARKLI BİR DURUM: AK PARTİ OLİGARŞİSİ VE MEDYA

Ancak, 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesi ile medya meselesinde de, çok farklı bir yapılaşmaya gidilmiştir. İktidar tarafından, devlet gücü kullanılarak yaratılan baskılarla, ülke genelindeki belli başlı basın-yayın kuruluşlarının el değiştirmesi sağlandı. AK Parti tarafından, kamuoyunda “havuz medyası” kavramı ile ifade edilen, her durumda iktidar yanlısı yayın yapmakta olan “yandaş medya sektörü” yaratıldı. Artık Türkiye’de, “doğrudan iktidar tarafından sevk ve idare edilmekte olan”, basın-yayın kuruluşları dönemi başlamıştı.

Elbette, sözde “demokrasi” ile idare edildiği iddia edilen bir ülkede, göstermelik de olsa, bir “muhalif medya”nın olması da gerekiyordu. Nitekim, abartılı muhalif söylemlerle yayın yapan birkaç medya kuruluşu da ortaya çıkarıldı. Halkın, iktidarın icraatlarından rahatsız olan kesimleri, “muhalif ve kendilerinin sesi” zannettikleri, bu sözde medya organlarının yayınlarını takip ediyorlar. Halbuki (hem iktidar, hem de muhalefet yanlısı), tüm etkili medya organları, farklı yöntemler kullanılarak, AK Parti iktidarı tarafından sevk ve idare edilmektedir.

 

OLİGARŞİLERDE MEDYA ORGANLARINI SİYASET DİZAYN EDER

Halkın, tıpkı birbirleri ile iktidar mücadelesi yaptıklarını zannettiği partiler gibi, medya organlarının da aynı oligarşik yapının unsurları olduklarını anlaması mümkün olmuyor. Çok ilginçtir ki, 21 yıldır yapılan “Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri”nin tamamında, tüm siyasi aktörlerin rolleri ve statüleri aynı şekilde kaldığı halde, halkta, bunların aslında “aynı oyunun unsurları oldukları”na dair, en küçük bir şüphe uyanmamaktadır.

Seçim dönemlerinde, halkın gözü, sözde “ittifak” muhabbetleriyle akıl almayacak derecede kolay bir şekilde perdelenebilmektedir. Bu işte kullanılan en önemli mekanizma, medya sektörüdür. Öyle ki, “halkın (gerek iktidar ve gerekse muhalefet yanlıları olarak)  ne zaman ve hangi konuda ne yönde düşüneceği”, medya sektörü tarafından, büyük bir ustalıkla belirlenebilmektedir. Öyle ki, halk “kendisini birinci derecede ve doğrudan ilgilendiren yurt ve dünya meselelerinde” ortak bir görüş (kamuoyu) ortaya koyamaz hale getirilmiştir.

Mevcut medya oluşumunun mimarı olan iktidar, elbette bu durumdan elde ettiği kazanımları sözde muhalif partilerle de dolaylı bir şekilde paylaşmaktadır. Böylece, 21 yıldır, iktidar kendi koltuğunda ve sözde muhalefet partilerinin yöneticileri de, kemâl-i âfiyetle, kendi koltuklarında oturmaya devam etmektedirler.

 

HALK, NE ZAMAN, HANGİ KONUDA VE NE YÖNDE DÜŞÜNMELİ?

Tüm dünyada, ilkesel olarak, ülkelerin medya sektörlerinin “iktidarların borazanları haline gelmemeleri için” çeşitli yasal ve meslekî etik değerler şeklinde, koruma tedbirleri geliştirilmiştir. Ne var ki, toplumların demokrasi bilinçlerindeki gelişme düzeyleri bakımından yetersiz olan ülkelerde, bu tedbirler etkili olamamaktadır.

Türkiye gibi, demokrasi ilkeleri toplum tarafından yeterince özümsenmemiş ülkelerde, daima “yasal”, ama “etik ve hukuki olmayan” usullerle, medya sektörü iktidarlar tarafından kontrol altına alınabilmektedir. Nasıl ki (birkaç istisna dışında), yeryüzündeki tüm ülkelerde, yasal olarak birbirlerinin aynı olan trafik kuralları (toplumsal ve kültürel farklılıklara bağlı olarak) birbirlerinden farklı şekillerde uygulanıyorsa, “basın özgürlüğü” adına, medya ile ilgili geliştirilen evrensel ilkeler ve yasalar da, bilhassa geri kalmış ülkelerde farklı uygulanıyor ve basın özgürlüğü asla sağlanamıyor!

 

“PADİŞAHIM ÇOK YAŞA!”

Basın özgürlüğünün sağlanamadığı ülkelerde, kamuoyu doğal ve özgürce “aşağıdan yukarıya” doğru işleyen bir dinamik haline gelemez! Böyle olunca da, iktidarların kontrolünde olan medya organları tarafından, kamuoyu sürekli tepeden manipüle edilir ve devlet, ülke ve millet, iktidardaki (ve onların iş dünyasındaki ortakları olan) oligarklar tarafından sömürülmeye devam eder.

Kamuoyunun doğal bir şekilde, aşağıdan yukarıya doğru oluşabilmesi için, ülkede gerçek bir “düşünce özgürlüğü”nün olması en temel şarttır. İnsanların düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleri için de gerçek bir basın özgürlüğünün olması gerekir; eğer basın özgürlüğü yoksa ve gerek toplum, gerekse de yasalar tarafından korunmuyorsa, o ülkede düşünce özgürlüğünden söz edilemez! Sadece iktidar tarafından müsaade edilen ölçülerde ifade özgürlüğü, gerçekte, tüm özgürlüklerin kısıtlanmasına sebep olan son derece tehlikeli bir durumdur.

Ne yazık ki, bugün Türkiye’de, medya kuruluşlarının ve basın mensuplarının özgür oldukları söylenemez! İktidarı ve sözde muhalefeti ile tüm yönlerden iktidar tarafından sevk ve idare edilmekte olan medya sektörü ile ortaya çıkan tek bir etki vardır; o da, daima iktidarı kutsayan, “padişahım çok yaşa” ifadesi ile tanımlanabilir.

Bir ülkede ne zaman ki, kamuoyu kendi doğasının gerektirdiği şekilde ve yönde oluşmaya başlar, ancak o zaman o ülkede “demokrasi”den söz edilebilir. Bunun için de, halkın tamamen “sivil” bir örgütlenme becerisine ve “özgür toplum” özelliklerine sahip olması gerekiyor.

Türkiye’de olduğu gibi (çok az sayıdaki birkaç istisna dışında), kısaca STK denen sivil toplum kuruluşlarının da, mevcut siyasi oligarşi ile uyum içinde, iktidarlarla (ve belediyelerle de) al takke-ver külah ilişkileri kurarak, halkın ve ülkenin soyulması faaliyetlerine katıldığı ülkelerde, çağdaşlıktan ve demokrasiden söz etme imkanı olamaz! Kamuoyunun, siyasi oligarklar tarafından belirlenmekte olduğu Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde, demokrasi filan olamaz; ama, en parlak demokrasi nutukları bu gibi ülkelerde atılır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.