Kur’an-ı Kerîm’de tanımlanan ve anlatılan Tanrı (ilah) kavramına göre, gerçekten Allah’a inanan bir insanın, İslam dininin ölçülerinin, emirlerinin ve yasaklarının dışına çıkması düşünülemez. Bu ise, tamamen insanın kendisi ile ilgili bir durumdur, diğer insanları ve devleti asla ilgilendirmez. İnsanların, Allah’a inandıklarını söylemeleri son derece kolay ve alelade bir ifadedir; aynı şekilde, yaptıkları her işte ve her davranışta niyetlerinin “iyi” olduğunu söylemeleri de aynı şekilde basittir. Ancak, gerçekten Allah’a inanıp-inanmadıkları ile iş ve davranışlarında gerçekten iyi niyetli olup-olmadıkları, sadece ve sadece Cenab-ı Allah’ın bileceği bir durumdur…
İMAN VE NİYET, İNSANLAR TARAFINDAN SORGULANAMAZ!
Çünkü Allah, insanlara, birbirlerinin imanlarını ve niyetlerini sorgulayabilme kabiliyetini ve hakkını vermemiştir. Bu hususlar, münhasıran Allah’a aittir; dolayısı ile “kendileri özgürce açıklamadıkları” sürece, insanların (basitçe ve ısrar etmeden bilgi alma amaçlı sorma dışında) birbirlerinin imanlarını ve niyetlerini (hele hele o kişiye karşı davranış ve/veya müeyyide geliştirme amacıyla) sorgulamaya kalkmaları kesin olarak yasaktır, haramdır. Çünkü, insanları imanlarını ve niyetlerini açıklamaya zorlamak, yalana ve münafıklığa yol açar. İman ve niyet, her hâl-û kârda ve tamamı ile insanın vicdanı ve Tanrı arasındaki meselelerdir; yani, diğer insanlarla ilgili değildir...
Ancak, Tanrı ve din inancı dışında bir de toplumsal hayatı şekillendiren milli (örf, âdet, gelenek) ve evrensel değerler (eşitlik, özgürlük vb. gibi) ile ölçüler söz konusudur. Dînî, millî ve evrensel değerler ile ölçüler bağlamında, insanlar arasındaki ilişkilerde en etkili ve en önemli husus ise “utanma” duygusudur. En temel dayanağı “onur (haysiyet)” olan utanma duygusu, insanların, yaşadıkları toplumda, olumlu ve dengeli ilişkiler sürdürmeleri bakımından son derece önemlidir. Kendi onurlarına önem vermedikleri için utanma duyguları zayıflamış ya da dejenere olmuş olan insanların ise, “Tanrı’ya inanmaları” ve yaptıkları işler ve davranışlarda “iyi niyetli olmaları” beklenemez.
ÖNCE SÖYLEDİĞİNİN VE YAPTIĞININ, TAM TERSİNİ SÖYLEMEK VE YAPMAK!
Türkiye’de son zamanlarda (siyasetçi, sanatçı, sporcu, işadamı vb. gibi), şu ya da bu sebeple toplum nezdinde tanınmış olan karakterler başta olmak üzere, insanlarda onurlarını koruma çabasının ve utanma duygusunun hayli zayıfladığı gözleniyor. İnsanlar, dün ak dediklerine bugün pervasızca kara diyebilmekte, söz ve davranışlarında, önceki söz ve davranışlarının tersine tutumlar takınabilmektedirler ve bu tutum ve davranışlarından dolayı da insanlardan zerrece utanmamakta; bu nedenle, toplum nezdinde onurlarının zedelenmekte olduğu hususunda, akıl almayacak derecede duyarsızlık göstermektedirler.
Sıradan insanlar, çoğu zaman önceki söz ve davranışlarının tersine konuşmak ve davranmak sebebiyle, yaşadıkları çevrelerde doğrudan ilişkide bulundukları diğer insanlardan utanmadıkları gibi, söz ve davranışları bakımından, toplumun tamamını ya da farklı kesimlerini etkilemekte olan tanınmış kişiler de (en küçük bir sebep ya da gerekçe göstermeden) sık sık aynı şekilde davranmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.
HALK, SÖYLEDİKLERİNİN TERSİNİ YAPANLARI SORGULAMIYOR!
İşin en garip tarafı ise, toplumun ve insanların, söz ve davranışlarında tutarsızlıkları olan kişilere karşı duyarsız ve tepkisiz kalmalarıdır. Örneğin hiç kimse, söz ve davranışlarında adeta fırıldak gibi dönmekte olan siyasîlere, “Ya hu arkadaş, sen dün bu konuda, şimdi söylediğinin tam tersini söylüyordun ve senin bugün bu söylediklerini o gün söyleyenleri eleştiriyor, aşağılıyor ve hakaretler ediyordun. Bugün ne oldu da dün söylediklerinin tam tersini söylüyorsun ve senin bugün söylediklerini dün söyleyenlere yaptığın eleştirilerden ve hakaretlerden dolayı özür de dilemiyorsun?” diye sormuyor!
Siyasî tutum, söz ve davranışlarında dün ak dediğine bugün kara deme konusunda, Türkiye’de hiç kimse Erdoğan’ın eline su dökemez! Fikrî dönüşlerini hiçbir zaman halka izah etme gereğini duymayan Erdoğan, önceki söyledikleri sanki hiç yokmuş gibi, en küçük bir utanma emaresi göstermeden (ve açıklama gereği duymadan), kendi yoluna devam edip gidiyor. Türk siyasetinde, kendi geçmişi ile taban tabana zıt söz ve davranışları ile Erdoğan’ın en önemli rakibi, ortağı Bahçeli’dir. O da önceki söyledikleri ve yaptıkları ile tamamen zıt siyasî söz ve davranışları ile ilgili olarak, hiç kimseye en küçük bir açıklama yapma gereği duymuyor! Kimse de ona, “Dün yerin dibine batırdıklarını bugün yere göğe sığdıramıyorsun, bu ne iş?” diye sormuyor!
MHP’NİN KİME VE NEYE HİZME ETTİĞİNİ BİLEN VAR MI?
Kurulduğu ilk günden (1958-CKMP, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) bu yana, Türk milliyetçiliğinin siyasî odağı olan MHP (1968-Milliyetçi Hareket Partisi), 15 Temmuz alçaklığının yaşandığı günden bu yana (önce AK Parti ve şimdi de DEM’le birlikte), kendi tarihsel geçmişine zıt bir siyasî çizgide ilerliyor. Vaktiyle, ağza alınamayacak derecede ağır ifadelerle eleştirdiği AK Parti ve DEM ile, bugün nasıl ittifak yapabildiğine akıl sır erdirilemeyen Devlet Bahçeli’nin, MHP’nin klasik ve tarihsel siyasî çizgisinden neden ayrıldığı konusunda, şimdiye kadar en küçük bir açıklama yapma gereği duymaması, hayli düşündürücüdür.
Erdoğan ve Bahçeli’nin, geçmişte gerek birbirlerinin ve gerekse DEM-PKK aleyhine söyledikleri ağır ifadeleri, sanki hiç söylememişler gibi, en küçük bir pişmanlık ve utanma emaresi bile göstermeden, bugün terör örgütü elebaşı Öcalan’ı “Kurucu Önder” ilan etmeleri ne ile izah edilebilir? Seçim dönemlerinde, DEM’lilere selam vereni bile vatan haini ilan eden Erdoğan ve Bahçeli, bugün DEM ve PKK ile, aynı siyasî projede nasıl birlikte olabiliyorlar? Elbette, aynı soruyu CHP lideri Özgür Özel için de sormak gerekiyor! Maalesef Türkiye’de, bunların siyasî zikzaklarını sorgulayacak bir toplumsal bilinç yok!..
Gelişmiş demokrasilerde insanlar, profesyonel siyaset yapmaya başladıktan sonra, içinde yer aldıkları siyasî partilerden ayrılıp, o partinin rakibi konumundaki diğer partilere girmezler. Çünkü, gelişmiş toplumlarda dînî, millî ve evrensel değerlere aykırı davranışlar, çok ağır utanma sebebidir. Böyle bir duruma düşen herhangi bir siyasî (ya da kamu) yetkili, anında o görevi bırakır; çünkü, toplum utanılması gereken bir davranışı ortaya çıkan kişilerin makamlarında oturmalarına izin vermez! Bizim gibi geri kalmış ülkelerde ise, yapılan utanılması gereken davranışlar, toplumda çoğu zaman kabul (ve hatta teşvik) görebilmektedir.
ANAYASA İHLALLERİ NEDEN KİMSENİN UMURUNDA DEĞİL?
Daha önceki yazılarımızda da zaman zaman temas ettiğimiz, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığına aday olduğu tarihte kamuoyu gündemine düşen, “Erdoğan’ın lisans diplomasının olup-olmadığı” konusu, halkımıza göre hâlen muhayyer bir meseledir. Halbuki, “Diplomasız” adlı kitabında, “Erdoğan’ın, İstanbul İmam Hatip Okulu’ndan sonra herhangi bir başka okula gitmediğini”, tüm belgeleri ile ortaya koyan gazeteci Ergün Poyraz, bu kitap sebebiyle hakkında açılan davayı, Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 03.03.2025 tarihinde oybirliği ile aldığı kararla kazanmış bulunuyor (*). Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 101. maddesine göre de üniversite diploması olmayan biri cumhurbaşkanı olamaz! Peki, üniversite diplomasının olmadığı, daha önce çeşitli kurumlara verdiği, birbirinden farklı “diploma suretleri”nin sahte olduğu, yargı kararı ile ortaya çıktığı halde, Erdoğan cumhurbaşkanlığı makamında oturmaya nasıl devam edebiliyor?
Böylesine açık bir Anayasa ihlali ortaya çıkmış ve mahkeme kararı ile de kesinleşmiş olduğu halde, en başta, sözde Erdoğan’ın rakipleri oldukları varsayılan siyasîler olmak üzere, bu durum halkın neden umurunda değil acaba? Böyle bir şey, herhangi bir başka ülkede ortaya çıksa, yer yerinden oynar, gündemdeki tüm konular bir kenara bırakılır ve her şeyden önce bu mesele halledilirdi.
KAMUOYUNU KATLETME SİLAHI: MEDYA
Tüm konvansiyonel medya organları ile internetteki sosyal medya mecraları kullanılarak gündeme sürülen (ve aslında tamamen “Yargı” sistemine bırakılması gereken), İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun görevden alınması, bebek mafyası, sahte diploma, “Topuklu Efe (Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu)”nin parti değiştirmesi, Terörsüz Türkiye süreci ile ilgili teferruat vb. gibi münferit meseleler, abartılarak ve köpürtülerek, kamuoyu günlerce meşgul ediliyor ve insanların “Anayasa ihlali” gibi çok daha ağır ve derin konular üzerinde düşünmeleri engelleniyor. Anadolu’da bu gibi durumlar için “cambaza bak oyunu” denir. Eskiden köy ve kasaba panayırlarında, kurulan ipler üzerinde yürümekte olan ve sürekli düşme numaraları çekerek seyredenlerin yüreklerini ağızlarına getiren cambazları ücretsiz olarak seyretmekte olan insanların cepleri, arkadan o cambazların adamları olan yankesiciler tarafından boşaltılırdı.
Sürekli yalan konuşan, her an önceden söylediklerinin tersini söyleyebilen, zerre-i miktar utanma duyguları (dolayısı ile aslında onurları da) olmayan siyasilerin peşlerinde koşmaya devam eden insanları ve toplumları anlamak son derece zor bir iştir. Bu bakımdan, değil uzak gelecekte, orta ve hatta kısa vadede Türkiye’yi nelerin beklediğini öngörebilmek hiç de kolay bir iş değildir. Durum böyle olunca, işimiz, hayali senaryolara ve komplo teorilerine kalıyor…
______________
(*) DİPLOMASIZ (Yazan: Ergün Poyraz, Siyah-Beyaz Yayınları, Şubat-2017): Bu kitabın, bugüne kadar 20’yi aşkın baskısı yapılmış olup, hâlen piyasada serbestçe satılmaktadır.