deneme bonusu veren siteler 2025 deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

TÜRK MİLLETİNE KARŞI “ÇIKAR ORTAKLIĞI”NDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK!

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, saray ve çevresi dışında, ülkede “tuzu kuru” olan kesimler “tarikat ve medrese mensupları”dır. Çünkü, tek marifetleri “ilkel düzeyde din satmak” olan tarikatlara ve medreselere mensup olanlar, devlete ve millete herhangi bir değer katmadıkları halde, devletten aldıkları ödeneklerin yanı sıra, bir de “vergi”lerden ve bilhassa da “askerlik”ten muaf idiler. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile bu imtiyazlarını kaybeden tarikatçılar ile medrese uleması ve sözde talebeler, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Cumhuriyeti kuran kadroya, onların ortaya koydukları fikirlere ve değerlere düşman olmaktan başka çıkar yol aramadılar! Halbuki, başta Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi olmak üzere, Anadolu’daki ve Rumeli’deki pek çok din adamı Kuvâ-yiMilliye Hareketi’ne katılmış, halkı yurt savunmasına katılmaya teşvik ederek, İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında, çok önemli bir rol oynamışlardır.   DİN VE İTİBAR TİCARETİYLE GEÇİNENLER Ne var ki, “sarayın beslemeleri” olmaktan öte, kayda değer hiçbir nitelikleri bulunmayan, cahil halka din pazarlayarak itibar ticareti yapan güruhların, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına ve nihayet yıkılmasına sebep olan iç isyanların (Anadolu’da, Balkanlarda, Suriye’de ve Filistin’de) ve son dönemdeki savaşların (1878-79 Osmanlı Rus, I.-II. Balkan, Trablusgarp ve I. Dünya savaşları) hiçbirinde, zerre-i miktar destekleri ve yararları olmamıştır. Bunlar ayrıca, işgalci düşman komutanlarının talepleri ve sarayın teşvikleri ile Anadolu’da yanan kurtuluş ateşini söndürmek için ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır. Sarayın, Kuvâ-yi Milliye güçlerine karşı düşman saflarında savaşmaları için oluşturduğu silahlı birliklere (Kuvâ-yi İnzibatiye gibi) destek veren tarikatlar ve medreseler, bir taraftan da halkı Kuvâ-yi Millîyecilere karşı kışkırtmaktan, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hakkında ölüm fetvaları vermekten geri durmamışlardır. 09 Eylül 1922 tarihinde düşmanın son kalıntılarının denize dökülmesi ile kara kara düşünmeye başlayan bu din tacirleri, yedikleri tüm herzelere rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından affedilmişlerdir. Aralarında, ileri derecede düşmanın yanında yer alan ve Kuvâ-yi Millîye’ye karşı mücadele edenler elbette İstiklal Mahkemelerinde yargılanmışlar ve çeşitli cezalara çarptırılmışlardır; lakin, kahır ekseriyeti affedilmişlerdir.   CUMHURİYET İLE AYRICALIKLARINI KAYBEDENLERİN SIKINTILARI Cumhuriyet’in ilk yıllarında, kuyrukları apış aralarında sessizce yaşamlarını sürdüren, işte o cezalandırılan ve affedilen tarikat ve medrese mensupları, 1946 yılında kurulan Demokrat Parti (DP)’nin 1950’de iktidara ge(tiri)lmesi ile, hem kuyruklarını hem de kafalarını kaldırmaya başlamışlardır. Yıllar içinde giderek alenileşmeye devam eden o “Cumhuriyet’e karşı baş kaldırma süreci”, yarım asır sonra 2002 yılında (BOP kapsamında ABD, İngiltere ve İsrail’den alınan desteklerle), devlet idaresinin bu kesimin eline geçmesi ile sonuçlandı. Din ve itibar ticareti ile beslenen kesimler bugün, Osmanlı Devleti’nin son yıllarındaki, birtakım ayrıcalıklarla ve saray tarafından devlet kesesinden bahşedilen tahsisatlarla beslendikleri dönemi aratmayacak bir düzeye geldiler. 14 Ağustos 2001 yılında kurulan AK Parti’nin, 03.11.2002 tarihinde yapılan seçimlerle tek başına iktidar olduğu günden bu yana, gerek devlet eliyle ve gerekse AK Parti’nin ve onun çevresinde yer alan (tarikatlar, cemaatler, vakıflar, dernekler vs.) dinci sözde sivil toplum kuruluşlarının hep birlikte ülkeyi nereye götürdüklerini milletin anlayamaması (ve hatta destek vermesi) amacıyla özel olarak dizayn edilen medya sektörünün görevlerinde, fazlası ile başarılı olduklarını kabul etmek gerekiyor.   TÜRK MİLLETİNE KARŞI EN ETKİLİ SİLAH: DIŞ BORÇLAR BOP kapsamında kurdurulan ve iktidara getirilen AK Parti’ye sağlanan yüksek miktarlardaki kredilerle, halk önce, 15 yıl boyunca bol paraya ve aşırı tüketime alıştırıldı. Aslında benzer bir durum, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD’nin Marshall Fonu’ndan alınan kredilerle, Menderes döneminde de yaşanmıştı. Gelen bu parayla, halka şirin görünecek harcamalar yapan Adnan Menderes Hükümeti, daha sonra ardı ardına aldığı ve saçma sapan bir şekilde harcadığı dış kredilerle, bu bolluk dönemini sürdürmek istemişse de bu mümkün olmamış ve (tıpkı Osmanlı Devleti’nin 1875 yılında yaptığı gibi) 04.08.1958 tarihinde “moratoryum (devlet iflası)” ilan etmiştir (*). Şimdi bu noktada, Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi’ne doğru nasıl gittiğinin, yeni baştan düşünülmesi gerekiyor! Artık, insanların aşırı tüketim alışkanlıklarını destekleyecek miktarlarda dış kredilerin alınamadığı şu son 7-8 yıldır, Türkiye’de sadece halka dönük, “kemer sıkma”ya dayalı ekonomi ve maliye politikaları yürütülüyor. AK Parti’nin iktidar olduğu yıl, Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 70 milyon ve dış borcu da sadece 160 milyar Dolar, Gayrisafi Milli Hasılası (GSMH) ise, yaklaşık 240 milyar Dolardı. Buna göre kişi başına düşen dış borç miktarı yaklaşık 2.300 Dolar, Milli gelir ise, 3.500 Dolardı. Yani, Kişi Başına düşen dış borç, kişi başına Milli Gelirin %65,7’si kadardı. 2024 yılı sonu itibarı ile ülkemizin nüfusu 85,5 milyon, dış borcu (resmî rakamlara göre) yaklaşık 525 milyar Dolar, GSMH’sı ise 410 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu bilgiler bir tabloya dökülecek olursa, karşımıza, şöyle bir manzara çıkar: Yıllar    Nüfus(Milyon)     GSMH(Milyar $)    Kişi Başına Milli Gelir ($)     Dış Borç (Milyar $)      Kişi Başına Dış Borç ($)   GSMH-Dış Borç Farkı (Milyar $) 2002            70                         240                              3.500,-                              160                                 2.280,-                                    80 2024            85,5                      410                              4.795,-                              525                                  6.140,-                                 -115 Fark(%)       21,4                      70,8                                37                                  228                                 269,20                                     %-43,75 Buna göre, kişi başına Millî Gelir’de yılda 125,- Dolar gibi bir artış görülse de, 2002 yılındaki Dış Borçlar yıllık GSMH’nın %66,66sı kadarken, 2024 sonu itibarı ile, Dış Borçlar, yıllık GSMH’nın %28 üzerinde görünüyor! Kısacası, yıllık GSMH’nın yarısından biraz üstte olan Dış Borçlar bugün, yıllık GSMH’mızın toplamını bir hayli aşmış görünüyor. Bu durumun, hayra alamet bir gidişatı gösterdiği ise söylenemez!   ÇIKARLARI, EMPERYALİSTLERİN ÇIKARLARI İLE ÖRTÜŞENLER? Peki, ülkemizin ekonomisi acaba, halkın pek de farkına varamayacağı bir hızda ve şekilde, neden sürekli olarak baş aşağı gidiyor (mu, yoksa götürülüyor mu)? I. Dünya Savaşı’nın (1914-1918) bitiminden sonra, taraf ülkeler arasında yaklaşık 2,5 yıl devam eden çeşitli görüşmeler ve pazarlıklardan sonra, 22 Nisan 1920 tarihinde Paris’in güneybatı banliyölerinden Sevr’de (Sèvres) başlayan barış konferansının bitiminde, 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan ünlü “Sevr Atlaşması” ile karara bağlanan yeni dünya düzeni, Anadolu’da Kuvâ-yi Millîye adı ile başlayan başkaldırı ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan  Lozan Antlaşması ile darmadağın oldu (**). Böylece, içeride tüm varlıkları ve geçimleri din ve itibar ticaretine bağlı olan (ve sarayın etrafında kenetlenen) kesimlerin ve ülkemizi aralarında paylaşmaya kalkan emperyalist devletlerin çıkarları, Kuvâ-yi Millîye hareketine (ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne) karşı birlikte hareket etmelerini gerektirmiştir. Ne var ki, Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği istiklal mücadelesiyle baş edebilmeleri mümkün olmamış, tüm emelleri akamete uğramıştır. İşte, 1918-1923 yılları arasında ortaya çıkan ve bizde kısaca “dinci”diye adlandırılan kesimler ile emperyalist devletlerin çıkar ortaklıklarında hiçbir değişiklik olmamıştır. Türkiye’de Mustafa Kemal Paşa’nın ve arkadaşlarının inşa ettikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dayandığı, başta “laiklik” ve “millî hakimiyet” olmak üzere, Cumhuriyet’in temellerindeki güçlü ilkeleri tek tek hedef alarak, 80 yılı bulan bir süre mücadele ettiler. Maalesef kabul etmek gerekiyor ki, bizim dinci kesimler ile emperyalist güçlerin işbirlikleri, 1923’teki gibi, Cumhuriyet’in ve Türk milletinin zaferi ile sonuçlanmadı!   TÜRKİYE’DE SEVR’İ DİRİLTME MÜCADELESİ 2002 seçimlerinden sonra zaferlerini ilan eden ve Sevr Anlaşması’nın çöpe atılmasına neden olan Lozan Antlaşması’na karşı mücadele bayrağı açan, emperyalistlerin 1900’lerin ilk yıllarından beri desteklemekte oldukları içerideki güruhlar bugün, ülkemizi aralarında paylaşma niyetlerini yeniden masaya koymuş bulunuyorlar; hem de nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde… Ne yazıktır ki, karşı karşıya bulunduğumuz ve tarihte emsali az görülen vahameti, Türk milletine anlatmanın herhangi bir yolu bulunamamıştır. Devlet mekanizması emperyalist güçlerin yereldeki siyasi taşeronlarının denetimine geçeli hayli zaman oldu; sıra ülkemizin elimizden alınmasına geliyor ve biz de millet olarak uyumaya devam ediyoruz. Türk Milleti, halihazırda hiç de farkında olmadığı böylesine büyük bir vahameti fark ettiğinde ortaya nasıl bir tablo çıkar bilemiyorum. Acaba o gün, halkımızı yıllardır uyutabilmeyi başarmış olanlar, milletin uyanması karşısında, kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir tedbiri alabilecekler midir? Ümidimiz ve temennimiz odur ki, milletimiz bir an önce uyanır ve 30 Ağustos 1922’de olduğu gibi, yıllardır başına örülmekte olan çorapları, örenlerin başlarına geçirir. _____________ (*)    https://tr.wikipedia.org/wiki/4_A%C4%9Fustos_1958_Kararlar%C4%B1 https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezDetay.jsp?id=ZQS-ROKUWbeO66zV_G8UGA&no=JM26-z9O_NQ1PNl (**)   https://tr.wikipedia.org/wiki/Sevr_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
Ekleme Tarihi: 02 Eylül 2025 -Salı

TÜRK MİLLETİNE KARŞI “ÇIKAR ORTAKLIĞI”NDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK!

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, saray ve çevresi dışında, ülkede “tuzu kuru” olan kesimler “tarikat ve medrese mensupları”dır. Çünkü, tek marifetleri “ilkel düzeyde din satmak” olan tarikatlara ve medreselere mensup olanlar, devlete ve millete herhangi bir değer katmadıkları halde, devletten aldıkları ödeneklerin yanı sıra, bir de “vergi”lerden ve bilhassa da “askerlik”ten muaf idiler.

Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile bu imtiyazlarını kaybeden tarikatçılar ile medrese uleması ve sözde talebeler, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Cumhuriyeti kuran kadroya, onların ortaya koydukları fikirlere ve değerlere düşman olmaktan başka çıkar yol aramadılar! Halbuki, başta Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi olmak üzere, Anadolu’daki ve Rumeli’deki pek çok din adamı Kuvâ-yiMilliye Hareketi’ne katılmış, halkı yurt savunmasına katılmaya teşvik ederek, İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında, çok önemli bir rol oynamışlardır.

 

DİN VE İTİBAR TİCARETİYLE GEÇİNENLER

Ne var ki, “sarayın beslemeleri” olmaktan öte, kayda değer hiçbir nitelikleri bulunmayan, cahil halka din pazarlayarak itibar ticareti yapan güruhların, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına ve nihayet yıkılmasına sebep olan iç isyanların (Anadolu’da, Balkanlarda, Suriye’de ve Filistin’de) ve son dönemdeki savaşların (1878-79 Osmanlı Rus, I.-II. Balkan, Trablusgarp ve I. Dünya savaşları) hiçbirinde, zerre-i miktar destekleri ve yararları olmamıştır. Bunlar ayrıca, işgalci düşman komutanlarının talepleri ve sarayın teşvikleri ile Anadolu’da yanan kurtuluş ateşini söndürmek için ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır.

Sarayın, Kuvâ-yi Milliye güçlerine karşı düşman saflarında savaşmaları için oluşturduğu silahlı birliklere (Kuvâ-yi İnzibatiye gibi) destek veren tarikatlar ve medreseler, bir taraftan da halkı Kuvâ-yi Millîyecilere karşı kışkırtmaktan, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hakkında ölüm fetvaları vermekten geri durmamışlardır. 09 Eylül 1922 tarihinde düşmanın son kalıntılarının denize dökülmesi ile kara kara düşünmeye başlayan bu din tacirleri, yedikleri tüm herzelere rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından affedilmişlerdir. Aralarında, ileri derecede düşmanın yanında yer alan ve Kuvâ-yi Millîye’ye karşı mücadele edenler elbette İstiklal Mahkemelerinde yargılanmışlar ve çeşitli cezalara çarptırılmışlardır; lakin, kahır ekseriyeti affedilmişlerdir.

 

CUMHURİYET İLE AYRICALIKLARINI KAYBEDENLERİN SIKINTILARI

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, kuyrukları apış aralarında sessizce yaşamlarını sürdüren, işte o cezalandırılan ve affedilen tarikat ve medrese mensupları, 1946 yılında kurulan Demokrat Parti (DP)’nin 1950’de iktidara ge(tiri)lmesi ile, hem kuyruklarını hem de kafalarını kaldırmaya başlamışlardır. Yıllar içinde giderek alenileşmeye devam eden o “Cumhuriyet’e karşı baş kaldırma süreci”, yarım asır sonra 2002 yılında (BOP kapsamında ABD, İngiltere ve İsrail’den alınan desteklerle), devlet idaresinin bu kesimin eline geçmesi ile sonuçlandı. Din ve itibar ticareti ile beslenen kesimler bugün, Osmanlı Devleti’nin son yıllarındaki, birtakım ayrıcalıklarla ve saray tarafından devlet kesesinden bahşedilen tahsisatlarla beslendikleri dönemi aratmayacak bir düzeye geldiler.

14 Ağustos 2001 yılında kurulan AK Parti’nin, 03.11.2002 tarihinde yapılan seçimlerle tek başına iktidar olduğu günden bu yana, gerek devlet eliyle ve gerekse AK Parti’nin ve onun çevresinde yer alan (tarikatlar, cemaatler, vakıflar, dernekler vs.) dinci sözde sivil toplum kuruluşlarının hep birlikte ülkeyi nereye götürdüklerini milletin anlayamaması (ve hatta destek vermesi) amacıyla özel olarak dizayn edilen medya sektörünün görevlerinde, fazlası ile başarılı olduklarını kabul etmek gerekiyor.

 

TÜRK MİLLETİNE KARŞI EN ETKİLİ SİLAH: DIŞ BORÇLAR

BOP kapsamında kurdurulan ve iktidara getirilen AK Parti’ye sağlanan yüksek miktarlardaki kredilerle, halk önce, 15 yıl boyunca bol paraya ve aşırı tüketime alıştırıldı. Aslında benzer bir durum, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD’nin Marshall Fonu’ndan alınan kredilerle, Menderes döneminde de yaşanmıştı. Gelen bu parayla, halka şirin görünecek harcamalar yapan Adnan Menderes Hükümeti, daha sonra ardı ardına aldığı ve saçma sapan bir şekilde harcadığı dış kredilerle, bu bolluk dönemini sürdürmek istemişse de bu mümkün olmamış ve (tıpkı Osmanlı Devleti’nin 1875 yılında yaptığı gibi) 04.08.1958 tarihinde “moratoryum (devlet iflası)” ilan etmiştir (*). Şimdi bu noktada, Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi’ne doğru nasıl gittiğinin, yeni baştan düşünülmesi gerekiyor!

Artık, insanların aşırı tüketim alışkanlıklarını destekleyecek miktarlarda dış kredilerin alınamadığı şu son 7-8 yıldır, Türkiye’de sadece halka dönük, “kemer sıkma”ya dayalı ekonomi ve maliye politikaları yürütülüyor. AK Parti’nin iktidar olduğu yıl, Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 70 milyon ve dış borcu da sadece 160 milyar Dolar, Gayrisafi Milli Hasılası (GSMH) ise, yaklaşık 240 milyar Dolardı. Buna göre kişi başına düşen dış borç miktarı yaklaşık 2.300 Dolar, Milli gelir ise, 3.500 Dolardı. Yani, Kişi Başına düşen dış borç, kişi başına Milli Gelirin %65,7’si kadardı. 2024 yılı sonu itibarı ile ülkemizin nüfusu 85,5 milyon, dış borcu (resmî rakamlara göre) yaklaşık 525 milyar Dolar, GSMH’sı ise 410 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu bilgiler bir tabloya dökülecek olursa, karşımıza, şöyle bir manzara çıkar:

Yıllar    Nüfus(Milyon)     GSMH(Milyar $)    Kişi Başına Milli Gelir ($)     Dış Borç (Milyar $)      Kişi Başına Dış Borç ($)   GSMH-Dış Borç Farkı (Milyar $)

2002            70                         240                              3.500,-                              160                                 2.280,-                                    80

2024            85,5                      410                              4.795,-                              525                                  6.140,-                                 -115

Fark(%)       21,4                      70,8                                37                                  228                                 269,20                                     %-43,75

Buna göre, kişi başına Millî Gelir’de yılda 125,- Dolar gibi bir artış görülse de, 2002 yılındaki Dış Borçlar yıllık GSMH’nın %66,66sı kadarken, 2024 sonu itibarı ile, Dış Borçlar, yıllık GSMH’nın %28 üzerinde görünüyor! Kısacası, yıllık GSMH’nın yarısından biraz üstte olan Dış Borçlar bugün, yıllık GSMH’mızın toplamını bir hayli aşmış görünüyor. Bu durumun, hayra alamet bir gidişatı gösterdiği ise söylenemez!

 

ÇIKARLARI, EMPERYALİSTLERİN ÇIKARLARI İLE ÖRTÜŞENLER?

Peki, ülkemizin ekonomisi acaba, halkın pek de farkına varamayacağı bir hızda ve şekilde, neden sürekli olarak baş aşağı gidiyor (mu, yoksa götürülüyor mu)?

I. Dünya Savaşı’nın (1914-1918) bitiminden sonra, taraf ülkeler arasında yaklaşık 2,5 yıl devam eden çeşitli görüşmeler ve pazarlıklardan sonra, 22 Nisan 1920 tarihinde Paris’in güneybatı banliyölerinden Sevr’de (Sèvres) başlayan barış konferansının bitiminde, 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan ünlü “Sevr Atlaşması” ile karara bağlanan yeni dünya düzeni, Anadolu’da Kuvâ-yi Millîye adı ile başlayan başkaldırı ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan  Lozan Antlaşması ile darmadağın oldu (**). Böylece, içeride tüm varlıkları ve geçimleri din ve itibar ticaretine bağlı olan (ve sarayın etrafında kenetlenen) kesimlerin ve ülkemizi aralarında paylaşmaya kalkan emperyalist devletlerin çıkarları, Kuvâ-yi Millîye hareketine (ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne) karşı birlikte hareket etmelerini gerektirmiştir. Ne var ki, Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği istiklal mücadelesiyle baş edebilmeleri mümkün olmamış, tüm emelleri akamete uğramıştır.

İşte, 1918-1923 yılları arasında ortaya çıkan ve bizde kısaca “dinci”diye adlandırılan kesimler ile emperyalist devletlerin çıkar ortaklıklarında hiçbir değişiklik olmamıştır. Türkiye’de Mustafa Kemal Paşa’nın ve arkadaşlarının inşa ettikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dayandığı, başta “laiklik” ve “millî hakimiyet” olmak üzere, Cumhuriyet’in temellerindeki güçlü ilkeleri tek tek hedef alarak, 80 yılı bulan bir süre mücadele ettiler. Maalesef kabul etmek gerekiyor ki, bizim dinci kesimler ile emperyalist güçlerin işbirlikleri, 1923’teki gibi, Cumhuriyet’in ve Türk milletinin zaferi ile sonuçlanmadı!

 

TÜRKİYE’DE SEVR’İ DİRİLTME MÜCADELESİ

2002 seçimlerinden sonra zaferlerini ilan eden ve Sevr Anlaşması’nın çöpe atılmasına neden olan Lozan Antlaşması’na karşı mücadele bayrağı açan, emperyalistlerin 1900’lerin ilk yıllarından beri desteklemekte oldukları içerideki güruhlar bugün, ülkemizi aralarında paylaşma niyetlerini yeniden masaya koymuş bulunuyorlar; hem de nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde… Ne yazıktır ki, karşı karşıya bulunduğumuz ve tarihte emsali az görülen vahameti, Türk milletine anlatmanın herhangi bir yolu bulunamamıştır. Devlet mekanizması emperyalist güçlerin yereldeki siyasi taşeronlarının denetimine geçeli hayli zaman oldu; sıra ülkemizin elimizden alınmasına geliyor ve biz de millet olarak uyumaya devam ediyoruz.

Türk Milleti, halihazırda hiç de farkında olmadığı böylesine büyük bir vahameti fark ettiğinde ortaya nasıl bir tablo çıkar bilemiyorum. Acaba o gün, halkımızı yıllardır uyutabilmeyi başarmış olanlar, milletin uyanması karşısında, kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir tedbiri alabilecekler midir?

Ümidimiz ve temennimiz odur ki, milletimiz bir an önce uyanır ve 30 Ağustos 1922’de olduğu gibi, yıllardır başına örülmekte olan çorapları, örenlerin başlarına geçirir.

_____________

(*)    https://tr.wikipedia.org/wiki/4_A%C4%9Fustos_1958_Kararlar%C4%B1

https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezDetay.jsp?id=ZQS-ROKUWbeO66zV_G8UGA&no=JM26-z9O_NQ1PNl

(**)   https://tr.wikipedia.org/wiki/Sevr_Antla%C5%9Fmas%C4%B1

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.