Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

TÜRKİYE’DEKİ SİYASET OLİGARŞİSİ-VI

Geçen hafta yayınlanan yazımızı, “Gelecek hafta, AK Parti’nin kuruluş sürecinde ve sonrasında yaşanan ve şahsen tanık olduğum bazı hususları anlatarak, Türkiye’deki Siyaset Oligarşisi başlığı ile yazmakta olduğumuz bu serimizi tamamlamayı ümit ediyorum.” diyerek tamamlamıştık. Beni bir parça tanıyan herkes,  benim, esasen gazeteci olduğumu ve 30 yıla yakın bir süre İstanbul’da yaşadığımı, o yıllarda ulusal ve uluslararası düzeyde gazetecilik yaptığımı bilir. Evet, şimdi gelelim, AK Parti’nin kuruluş sürecinde ve sonrasında yaşanan ve şahsen tanık olduğum bazı hususlara…   RP ÜST YÖNETİMİ, ERDOĞAN’IN ADAYLIĞINA KARŞI MIYDI? AK Parti konusuna girmeden önce, R.Tayyip Erdoğan’la olan kısa bir görüşmemizi burada sizlerle paylaşmayı faydalı görüyorum. 1993 yılı Kasım ayı, ben İhlas Haber Ajansı (İHA)’nın Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapıyorum. Bizim ve (TGRT TV’nin de) yerimiz, Yenibosna’da, Türkiye gazetesi ise Cağaloğlu’nda. Türkiye, 1994 Yerel Seçimlerine hazırlanıyor. İki yıl önce 20.10.1991’de yapılan Milletvekili Genel Seçimleri’ne, Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile birlikte giren Refah Partisi (RP), %16,88 (4.121.355 oy ve 62 milletvekili) oy aldı. Daha önce de, 26.03.1989 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Seçimleri’nde ise, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı’na Bahri Zengin’i aday göstermiş ve %10,48 (238.745) oy almıştı. 1994 Mahalli İdareler seçimlerine 5-6 ay kala, kulaktan kulağa dolaşan ve kısmen medyaya da yansıyan söylentilere göre, 27.03.1994 tarihinde yapılacak olan Mahalli İdareler Seçimleri’nde, Ali Coşkun, Nevzat Yalçıntaş, Temel Karamollaoğlu ve Veysel Eroğlu’nun yanısıra, o dönem RP İstanbul İl Başkanı (ve sanırım, aynı zamanda “RP MKYK Üyesi” de) olan R.Tayyip Edoğan da, İBB Başkanlığı’na aday olmak istiyor; ancak, RP üst yönetiminde etkili olan belli bir grup Erdoğan’a karşı çıkıyordu.   “ERBAKAN HOCA’NIN ELİNİ GÜÇLENDİRMEK İSTİYORUZ!” O tarihlerde Türkiye Gazetesi Haber Müdürü olan Fuat Bol, beni telefonla arayarak, öğleden sonra yerimde olup olmayacağımı sordu ve eğer müsaitsem, bir misafiri ile birlikte bana gelmek istediklerini söyledi. Ben de, müsait olduğumu ve gelebileceklerini söyleyip, telefonu kapattım. O gün saat 15:30-16:00 sularında, R.Tayyip Edoğan’la birlikte geldiler. Hoş-beş ve kısa hal-hatır muhabbetinden sonra F.Bol, “Tayyip abi, hem hemşehrim, hem de İstanbul İmam-Hatip’ten iki devre üst abimizdir.” dedi. Ben de kendileri için ne yapabileceğimi sordum. F.Bol, “Erbakan hoca, Tayyip abiyi İBB Başkanlığına aday göstermek istiyor ancak, parti üst yönetimindeki bazı isimler buna karşı çıkıyorlar. Biz de bu konuda Erbakan hocanın elini güçlendirmek istiyoruz.” dedi ve bana, “Tayyip abiye haber desteği sağlayamaz mıyız?” diye sordu. Ben de, “Biliyorsun, biz haber ajansıyız, haberi hazırlamak sorun olmaz; ama, Tayyip beyin işine yarayabilmesi için, hazırlanmış olan haberlerin gazetelerde ve TV’lerde yayınlanması lazım. Siz Türkiye gazetesinde ve TGRT’de bunu yapabilirsiniz.” şeklinde bir cevap verdim. Sohbetin devamında, bizden bir muhabir arkadaşımızı Erdoğan’ın günlük programlarını izlemek üzere görevlendirebileceğimi söyledim ve sonra da, Milli Gazete’den bize geçen bir arkadaşı, bu konuda görevlendirdim.   RP ADAYI ERDOĞAN, İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI OLDU Ayrıca, başta Hürriyet, Sabah ve Milliyet gazeteleri olmak üzere, diğer bazı gazetelerin İstanbul baskılarında Erdoğan’la ilgili pozitif  haberlerinin yayınlanması konusunda, kişisel ilişkilerimiz bağlamında da, önemli bazı destekler sağlamamız mümkün oldu. Neticede, Erbakan hoca, yukarıda adları geçen isimlerle ilgili bir parti içi teamül yoklaması yaptırdıktan sonra, 15.01 1994 tarihinde, Erdoğan’ı “RP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı” olarak açıkladı. O tarihteki hiçbir seçim analizinde, Erdoğan’a, hiç kimse tarafından, en küçük bir kazanma şansı tanınmıyordu! Ne var ki, 27.03.1994 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Seçimleri’nde  %25,19 (973.704) oy alan Erdoğan (rakip partilerdeki bölünmelerin etkisiyle), sürpriz bir şekilde İBB Başkanlığı koltuğuna oturdu.   ERDOĞAN’IN İBB BAŞKANLIĞINDAN ALINMASI Ancak Erdoğan, geçen haftaki yazımızda ayrıntılı olarak yer verdiğimiz üzere, 06.12.1997 günü Siirt’te laikliğe aykırı bir şiir okuduğu iddiası ile, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 10 ay hapse ve siyaset yasağına mahkum edilerek, görev süresinin tamamlanmasına 10 ay kala, 06.11.1998 tarihinde, İBB Başkanlığı görevinden alındı. 25.09.1998 tarihinde Yargıtay’ın hakkındaki hapis cezasını onaylamasından dört gün sonra 29 Eylül günü, Erdoğan, dönemin ABD İstanbul Başkonsolosu Carolyn Huggins (ABD Dışişleri Bakanlığının talimatı ile) tarafından makamında ziyaret edilmiş, akabinde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Foley de bir açıklama yaparak, hem Hugggins’in ziyaretinin bilgileri dahilinde olduğunu, hem de ABD olarak, Erdoğan’a destek verdiklerini söylemişti. Erdoğan’ın, 10 aylık hapis cezasının 4 ay 10 gününü, fiilen cezaevinde geçirmesi gerekiyordu, bu nedenle, 26 Mart-24 Temmuz 1999 tarihleri arasında, Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesindeki cezaevinde yattı. Bu arada, 21.05.1997'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, o tarihte DYP ile koalisyon Hükümetinin büyük ortağı olarak iktidarda olan RP hakkında, “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesiyle kapatma davası açtı ve 8 ay süren yargılama sonunda RP, 16.01.1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. RP’nin kapatılması ihtimali düşünülerek, Recai Kutan ve İsmail Alptekin tarafından, 17.12.1997 tarihinde  Fazilet Partisi (FP) kurulmuştu. Kısacası, Erdoğan’ı İBB Başkanlığına aday gösteren RP kapatılmış, Erdoğan’ın, siyasi bakımdan dikkate alması gereken bir parti kalmamıştı.   PINARHİSAR’A ZİYARETE GİTME TEKLİFİ Erdoğan’ın cezaevinde yattığı o günlerde, başta İstanbul ve Ankara’dan olmak üzere, ülkemizin her tarafından Pınarhisar’a, sürekli olarak “ziyaretçi turları” organize ediliyordu. İstanbul’daki turlardan birini, Marifet Yayınları’nın sahibi Yusuf Ziya Belviranlı düzenliyordu. Bizim o dönemde, Cuma günleri bir araya gelen, Cuma namazını, birlikte Cağaloğlu’ndaki Yerebatan Camisi’nde kıldıktan sonra, öğle yemeği yediğimiz ve sohbetler ettiğimiz, bazı yayınevi sahipleri, gazeteciler ve eski siyasetçilerden oluşan, 15-16 kişilik bir grubumuz vardı. Y.Z.Belviranlı da, o gruba devam ediyor ve her seferinde grupta, mutlaka (onun her hafta Cumartesi günleri düzenlemekte olduğu), ertesi günkü Pınarhisar ziyaretçi seferi ile ilgili bir sohbet açılıyordu. Y.Z.Belviranlı, ilginç bir şekilde, her seferinde o grupta, sadece bana, “ertesi gün Pınarhisar’a gidecek otobüste beni de görmek istediğini” söylüyor, ben de Erdoğan’la özel bir tanışıklığımın ve muhabbetimin olmadığını belirterek, teklifini kabul etmiyordum. Böylece, sanırım bir 10 hafta kadar zaman geçmişti, Haziran ayı ortalarında, bir Cuma namazı sonrasındaki yemekte, bana dönerek, “Ramazan’cığım, ne olursun, bir kere olsun, yarın sen de Pınarhisar’a gel. Senin adının o listede olmasını çok istiyorum.” demişti. Tabii, ben bu teklifi yine kabul etmemiştim. Böylece, bir “liste”den haberim olmuştu! Pınarhisar’a gidenlerden, “benim tanıdığım” isimlerin tamamının, daha sonra AK Parti Kurucuları arasında yer alacaklarını, önce milletvekili ve sonra da bakan olacaklarını görecektim. Bu arada Erdoğan’ın, cezaevindeyken, başta ABD CIA Ortadoğu Şefi Graham Fuller olmak üzere, oldukça ilginç bazı yabancı ziyaretçilerinin de olduğunu ve bu konuların, kamuoyunda büyük tartışmalar yol açtığını da belirtmem gerekiyor.   FAZİLET PARTİSİ’NDE YENİLİKÇİLER-GELENEKÇİLER AYRIŞMASI Erdoğan’ın 24.07.1999’da cezaevinden çıkmasından sonra FP içindeki çatlaklar büyüdü, Abdullah Gül liderliğinde, Milli Görüş camiasında “yenilikçiler” olarak anılan (daha sonra AK Parti’nin kurucuları olan) bir ekibin, partiden ayrılması ile FP bölündü. Recai Kutan’la birlikte kalan grup ise “gelenekçiler” olarak anılıyordu. Erdoğan, cezaevinden çıktıktan bir yıl (yaklaşık 13 ay) sonra, “siyasi yasaklı” olmasına rağmen, 14.08.2001 tarihinde, “Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) kurdu. Mahkeme kararı ile siyasi yasaklı ilan edilen bir kişinin siyasi parti kurmasına, Türkiye’de hiçbir kimsenin ve hiçbir kurumun (Yargıtay Anayasa mahkemesi vb) karşı çıkmamış olması son derece dikkat çekici bir durumdur.   TAM OLARAK AYDINLATILAMAYAN GÖRÜŞMELER VE TOPLANTILAR AK Parti’nin kurulduğu 14.08.2001 tarihine ve 2002 seçimlerinin yapıldığı güne kadar, Erdoğan’ın, gerek Türkiye’de yaptığı/katıldığı toplantıların, gerekse başta ABD ve İngiltere (ve bilhassa belli başlı Yahudi kuruluşları ile) olmak üzere, yurt dışında yaptığı (gizli ve açık) görüşmelerin ve katıldığı toplantıların detayları, medya mecralarına yansıyan kırık-dökük bilgiler dışında, Türk halkı tarafından, önemli ayrıntılar maalesef hiç bilinmiyor. Umudumuz odur ki, bir gün o görüşmelerin ve toplantıların tüm ayrıntıları gün yüzüne çıkar ve Türk milletinin, 2002’den sonraki yıllarda, gerçekte neyle karşı karşıya bulunduğu ortaya çıkar. Siyasi yasak, sadece “milletvekili adayı olması” ile sınırlı olarak yorumlandı ve bu nedenle, “kendisi tarafından kurulan AK Parti, 03.11.2002 tarihinde yapılan seçimleri (%34,43 oy alarak) kazanıp, tek başına iktidar olduğu halde, Erdoğan’ın milletvekili olamaması” gibi garip bir durum ortaya çıktı. Erdoğan’ın siyasi yasaklı olduğu o dönemde parti çalışmalarını büyük ölçüde Abdullah Gül sırtladı ve Başbakanlığa da Gül getirildi.   ERDOĞAN’IN SİYASİ ENGELLERİ NASIL KALDIRILDI? Bu arada, ilginç bir şekilde, YSK (AK Parti’nin başvurusu üzerine) bir ay sonra, 04.12.2002 tarihinde, Doğanköy’deki seçimde usulsüzlük olduğuna karar vererek Siirt seçimlerinin tekrarlanmasına karar verdi. AK Parti bunun üzerine, Erdoğan’ın milletvekili adaylığını engelleyen, Anayasa’nın 67., 76. ve 78. maddeleriyle ilgili değişiklik teklifini Meclis’e sundu. CHP’nin de bu teklife destek vermesi ile, Erdoğan’ın milletvekili adayı olması sağlandı. Deniz Baykal’ın, seçimden 2 gün sonra (05.11.2002 günü) Erdoğan’ı ziyaret ederek, kendisinin milletvekili seçilmemiş olmasından duyduğu rahatsızlığını dile getirmesi ile başlayan süreç, 09.03.2003 tarihinde tekrarlanan Siirt seçimlerinde, 03.11.2002’deki aday Mervan Gül’ün çekilmesi sağlanarak, Erdoğan’ın milletvekili seçilmesi sağlanarak tamamlandı. Erdoğan’ın önce milletvekili ardından Başbakan (14.03.2003) olduğu o süreçte, Erdoğan-Baykal ikilisinin, İstanbul’da (muhtemelen, Şubat 2003 içinde) bir de gizli buluşma gerçekleştirdikleri ortaya çıkmış ve o buluşmanın içeriği ile ilgili iddialar, hayli tartışma konusu olmuştu. Halkın, birbirlerinin siyasi rakipleri olduklarını zannettiği partilerin, kritik bir konu ortaya çıktığında, nasıl birlikte hareket ettiklerine dair, ibretamiz olaylar yaşanıyor ve milletimiz bu oyunları hakkı ile kavrayamıyor! Siyaset ve toplum mühendisliği yöntemleri ile milletimizin, karşı karşıya bulunduğu hususları doğru bir şekilde anlaması ve sorgulaması, maalesef büyük bir ustalıkla önlenebiliyor.   1950’DEN İTİBAREN TÜRKİYE, ASIL İSTİKAMETİNİ KAYBETMİŞTİR! Böylece, II. Dünya Savaşı’ndan 2002 yılına kadar geçen yarım asırlık süre içinde, Türk siyasetinde meydana gelen gelişmeleri ve bunların arkasındaki belli başlı dinamikleri, 13 Haziran’dan bu yana burada yayınlanan 6 yazıda, genel hatları ile incelemiş olduk. Umarım, bilhassa 1950 yılından itibaren, Türk siyasetinin, ülkemizin tam bağımsızlığını öngören en temel ilkesinin, nasıl aşındırıldığını ve nihayet 2002’de tamamen ortadan kaldırılmış olduğunu, hem iktidardaki ve hem de muhalefetteki siyasi partilerin, dünya siyasetine hükmettikleri düşünülen emperyalist güçlerin güdümüne tabi olduklarını anlatabilmişizdir. Maalesef Türkiye’ye, çağdaş medeniyetin üzerine çıkmayı hedefleyen “asıl ve kadim istikameti” kaybettirilmiştir. Ne yazık ki, Atatürk’ün görüşleri yeterince kavranamamış, slogan düzeyinden öte kimsenin anlama derdi olmamıştır. Dolayısı ile, O’nun “tam bağımsızlık” anlayışı siyaset sahnemizden silinmiş, üç-beş kuruşluk para yardımları için bile, milli egemenlik haklarımızı feda eden siyasetçiler, sürekli olarak kendi şahsi çıkarlarını korurken, ülkemizi ve milletimizi, emperyalist güçlere “kolay yem” haline getirmişlerdir. Cenab-ı Allah’tan umudumuz ve dileğimiz odur ki, rahmetli Atatürk gibi, ama bu çağın şartlarının gerektirdiği niteliklerde, yeni bir deha şahsiyeti içimizden çıkarsın.
Ekleme Tarihi: 18 Temmuz 2023 - Salı

TÜRKİYE’DEKİ SİYASET OLİGARŞİSİ-VI

Geçen hafta yayınlanan yazımızı, “Gelecek hafta, AK Parti’nin kuruluş sürecinde ve sonrasında yaşanan ve şahsen tanık olduğum bazı hususları anlatarak, Türkiye’deki Siyaset Oligarşisi başlığı ile yazmakta olduğumuz bu serimizi tamamlamayı ümit ediyorum.” diyerek tamamlamıştık.

Beni bir parça tanıyan herkes,  benim, esasen gazeteci olduğumu ve 30 yıla yakın bir süre İstanbul’da yaşadığımı, o yıllarda ulusal ve uluslararası düzeyde gazetecilik yaptığımı bilir. Evet, şimdi gelelim, AK Parti’nin kuruluş sürecinde ve sonrasında yaşanan ve şahsen tanık olduğum bazı hususlara…

 

RP ÜST YÖNETİMİ, ERDOĞAN’IN ADAYLIĞINA KARŞI MIYDI?

AK Parti konusuna girmeden önce, R.Tayyip Erdoğan’la olan kısa bir görüşmemizi burada sizlerle paylaşmayı faydalı görüyorum. 1993 yılı Kasım ayı, ben İhlas Haber Ajansı (İHA)’nın Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapıyorum. Bizim ve (TGRT TV’nin de) yerimiz, Yenibosna’da, Türkiye gazetesi ise Cağaloğlu’nda. Türkiye, 1994 Yerel Seçimlerine hazırlanıyor. İki yıl önce 20.10.1991’de yapılan Milletvekili Genel Seçimleri’ne, Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile birlikte giren Refah Partisi (RP), %16,88 (4.121.355 oy ve 62 milletvekili) oy aldı. Daha önce de, 26.03.1989 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Seçimleri’nde ise, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı’na Bahri Zengin’i aday göstermiş ve %10,48 (238.745) oy almıştı.

1994 Mahalli İdareler seçimlerine 5-6 ay kala, kulaktan kulağa dolaşan ve kısmen medyaya da yansıyan söylentilere göre, 27.03.1994 tarihinde yapılacak olan Mahalli İdareler Seçimleri’nde, Ali Coşkun, Nevzat Yalçıntaş, Temel Karamollaoğlu ve Veysel Eroğlu’nun yanısıra, o dönem RP İstanbul İl Başkanı (ve sanırım, aynı zamanda “RP MKYK Üyesi” de) olan R.Tayyip Edoğan da, İBB Başkanlığı’na aday olmak istiyor; ancak, RP üst yönetiminde etkili olan belli bir grup Erdoğan’a karşı çıkıyordu.

 

“ERBAKAN HOCA’NIN ELİNİ GÜÇLENDİRMEK İSTİYORUZ!”

O tarihlerde Türkiye Gazetesi Haber Müdürü olan Fuat Bol, beni telefonla arayarak, öğleden sonra yerimde olup olmayacağımı sordu ve eğer müsaitsem, bir misafiri ile birlikte bana gelmek istediklerini söyledi. Ben de, müsait olduğumu ve gelebileceklerini söyleyip, telefonu kapattım. O gün saat 15:30-16:00 sularında, R.Tayyip Edoğan’la birlikte geldiler. Hoş-beş ve kısa hal-hatır muhabbetinden sonra F.Bol, “Tayyip abi, hem hemşehrim, hem de İstanbul İmam-Hatip’ten iki devre üst abimizdir.” dedi. Ben de kendileri için ne yapabileceğimi sordum. F.Bol, “Erbakan hoca, Tayyip abiyi İBB Başkanlığına aday göstermek istiyor ancak, parti üst yönetimindeki bazı isimler buna karşı çıkıyorlar. Biz de bu konuda Erbakan hocanın elini güçlendirmek istiyoruz.” dedi ve bana, “Tayyip abiye haber desteği sağlayamaz mıyız?” diye sordu.

Ben de, “Biliyorsun, biz haber ajansıyız, haberi hazırlamak sorun olmaz; ama, Tayyip beyin işine yarayabilmesi için, hazırlanmış olan haberlerin gazetelerde ve TV’lerde yayınlanması lazım. Siz Türkiye gazetesinde ve TGRT’de bunu yapabilirsiniz.” şeklinde bir cevap verdim. Sohbetin devamında, bizden bir muhabir arkadaşımızı Erdoğan’ın günlük programlarını izlemek üzere görevlendirebileceğimi söyledim ve sonra da, Milli Gazete’den bize geçen bir arkadaşı, bu konuda görevlendirdim.

 

RP ADAYI ERDOĞAN, İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI OLDU

Ayrıca, başta Hürriyet, Sabah ve Milliyet gazeteleri olmak üzere, diğer bazı gazetelerin İstanbul baskılarında Erdoğan’la ilgili pozitif  haberlerinin yayınlanması konusunda, kişisel ilişkilerimiz bağlamında da, önemli bazı destekler sağlamamız mümkün oldu. Neticede, Erbakan hoca, yukarıda adları geçen isimlerle ilgili bir parti içi teamül yoklaması yaptırdıktan sonra, 15.01 1994 tarihinde, Erdoğan’ı “RP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı” olarak açıkladı.

O tarihteki hiçbir seçim analizinde, Erdoğan’a, hiç kimse tarafından, en küçük bir kazanma şansı tanınmıyordu! Ne var ki, 27.03.1994 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Seçimleri’nde  %25,19 (973.704) oy alan Erdoğan (rakip partilerdeki bölünmelerin etkisiyle), sürpriz bir şekilde İBB Başkanlığı koltuğuna oturdu.

 

ERDOĞAN’IN İBB BAŞKANLIĞINDAN ALINMASI

Ancak Erdoğan, geçen haftaki yazımızda ayrıntılı olarak yer verdiğimiz üzere, 06.12.1997 günü Siirt’te laikliğe aykırı bir şiir okuduğu iddiası ile, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 10 ay hapse ve siyaset yasağına mahkum edilerek, görev süresinin tamamlanmasına 10 ay kala, 06.11.1998 tarihinde, İBB Başkanlığı görevinden alındı.

25.09.1998 tarihinde Yargıtay’ın hakkındaki hapis cezasını onaylamasından dört gün sonra 29 Eylül günü, Erdoğan, dönemin ABD İstanbul Başkonsolosu Carolyn Huggins (ABD Dışişleri Bakanlığının talimatı ile) tarafından makamında ziyaret edilmiş, akabinde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Foley de bir açıklama yaparak, hem Hugggins’in ziyaretinin bilgileri dahilinde olduğunu, hem de ABD olarak, Erdoğan’a destek verdiklerini söylemişti.

Erdoğan’ın, 10 aylık hapis cezasının 4 ay 10 gününü, fiilen cezaevinde geçirmesi gerekiyordu, bu nedenle, 26 Mart-24 Temmuz 1999 tarihleri arasında, Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesindeki cezaevinde yattı.

Bu arada, 21.05.1997'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, o tarihte DYP ile koalisyon Hükümetinin büyük ortağı olarak iktidarda olan RP hakkında, “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesiyle kapatma davası açtı ve 8 ay süren yargılama sonunda RP, 16.01.1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. RP’nin kapatılması ihtimali düşünülerek, Recai Kutan ve İsmail Alptekin tarafından, 17.12.1997 tarihinde  Fazilet Partisi (FP) kurulmuştu. Kısacası, Erdoğan’ı İBB Başkanlığına aday gösteren RP kapatılmış, Erdoğan’ın, siyasi bakımdan dikkate alması gereken bir parti kalmamıştı.

 

PINARHİSAR’A ZİYARETE GİTME TEKLİFİ

Erdoğan’ın cezaevinde yattığı o günlerde, başta İstanbul ve Ankara’dan olmak üzere, ülkemizin her tarafından Pınarhisar’a, sürekli olarak “ziyaretçi turları” organize ediliyordu. İstanbul’daki turlardan birini, Marifet Yayınları’nın sahibi Yusuf Ziya Belviranlı düzenliyordu. Bizim o dönemde, Cuma günleri bir araya gelen, Cuma namazını, birlikte Cağaloğlu’ndaki Yerebatan Camisi’nde kıldıktan sonra, öğle yemeği yediğimiz ve sohbetler ettiğimiz, bazı yayınevi sahipleri, gazeteciler ve eski siyasetçilerden oluşan, 15-16 kişilik bir grubumuz vardı. Y.Z.Belviranlı da, o gruba devam ediyor ve her seferinde grupta, mutlaka (onun her hafta Cumartesi günleri düzenlemekte olduğu), ertesi günkü Pınarhisar ziyaretçi seferi ile ilgili bir sohbet açılıyordu.

Y.Z.Belviranlı, ilginç bir şekilde, her seferinde o grupta, sadece bana, “ertesi gün Pınarhisar’a gidecek otobüste beni de görmek istediğini” söylüyor, ben de Erdoğan’la özel bir tanışıklığımın ve muhabbetimin olmadığını belirterek, teklifini kabul etmiyordum. Böylece, sanırım bir 10 hafta kadar zaman geçmişti, Haziran ayı ortalarında, bir Cuma namazı sonrasındaki yemekte, bana dönerek, “Ramazan’cığım, ne olursun, bir kere olsun, yarın sen de Pınarhisar’a gel. Senin adının o listede olmasını çok istiyorum.” demişti. Tabii, ben bu teklifi yine kabul etmemiştim. Böylece, bir “liste”den haberim olmuştu! Pınarhisar’a gidenlerden, “benim tanıdığım” isimlerin tamamının, daha sonra AK Parti Kurucuları arasında yer alacaklarını, önce milletvekili ve sonra da bakan olacaklarını görecektim.

Bu arada Erdoğan’ın, cezaevindeyken, başta ABD CIA Ortadoğu Şefi Graham Fuller olmak üzere, oldukça ilginç bazı yabancı ziyaretçilerinin de olduğunu ve bu konuların, kamuoyunda büyük tartışmalar yol açtığını da belirtmem gerekiyor.

 

FAZİLET PARTİSİ’NDE YENİLİKÇİLER-GELENEKÇİLER AYRIŞMASI

Erdoğan’ın 24.07.1999’da cezaevinden çıkmasından sonra FP içindeki çatlaklar büyüdü, Abdullah Gül liderliğinde, Milli Görüş camiasında “yenilikçiler” olarak anılan (daha sonra AK Parti’nin kurucuları olan) bir ekibin, partiden ayrılması ile FP bölündü. Recai Kutan’la birlikte kalan grup ise “gelenekçiler” olarak anılıyordu.

Erdoğan, cezaevinden çıktıktan bir yıl (yaklaşık 13 ay) sonra, “siyasi yasaklı” olmasına rağmen, 14.08.2001 tarihinde, “Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) kurdu. Mahkeme kararı ile siyasi yasaklı ilan edilen bir kişinin siyasi parti kurmasına, Türkiye’de hiçbir kimsenin ve hiçbir kurumun (Yargıtay Anayasa mahkemesi vb) karşı çıkmamış olması son derece dikkat çekici bir durumdur.

 

TAM OLARAK AYDINLATILAMAYAN GÖRÜŞMELER VE TOPLANTILAR

AK Parti’nin kurulduğu 14.08.2001 tarihine ve 2002 seçimlerinin yapıldığı güne kadar, Erdoğan’ın, gerek Türkiye’de yaptığı/katıldığı toplantıların, gerekse başta ABD ve İngiltere (ve bilhassa belli başlı Yahudi kuruluşları ile) olmak üzere, yurt dışında yaptığı (gizli ve açık) görüşmelerin ve katıldığı toplantıların detayları, medya mecralarına yansıyan kırık-dökük bilgiler dışında, Türk halkı tarafından, önemli ayrıntılar maalesef hiç bilinmiyor. Umudumuz odur ki, bir gün o görüşmelerin ve toplantıların tüm ayrıntıları gün yüzüne çıkar ve Türk milletinin, 2002’den sonraki yıllarda, gerçekte neyle karşı karşıya bulunduğu ortaya çıkar.

Siyasi yasak, sadece “milletvekili adayı olması” ile sınırlı olarak yorumlandı ve bu nedenle, “kendisi tarafından kurulan AK Parti, 03.11.2002 tarihinde yapılan seçimleri (%34,43 oy alarak) kazanıp, tek başına iktidar olduğu halde, Erdoğan’ın milletvekili olamaması” gibi garip bir durum ortaya çıktı. Erdoğan’ın siyasi yasaklı olduğu o dönemde parti çalışmalarını büyük ölçüde Abdullah Gül sırtladı ve Başbakanlığa da Gül getirildi.

 

ERDOĞAN’IN SİYASİ ENGELLERİ NASIL KALDIRILDI?

Bu arada, ilginç bir şekilde, YSK (AK Parti’nin başvurusu üzerine) bir ay sonra, 04.12.2002 tarihinde, Doğanköy’deki seçimde usulsüzlük olduğuna karar vererek Siirt seçimlerinin tekrarlanmasına karar verdi. AK Parti bunun üzerine, Erdoğan’ın milletvekili adaylığını engelleyen, Anayasa’nın 67., 76. ve 78. maddeleriyle ilgili değişiklik teklifini Meclis’e sundu. CHP’nin de bu teklife destek vermesi ile, Erdoğan’ın milletvekili adayı olması sağlandı. Deniz Baykal’ın, seçimden 2 gün sonra (05.11.2002 günü) Erdoğan’ı ziyaret ederek, kendisinin milletvekili seçilmemiş olmasından duyduğu rahatsızlığını dile getirmesi ile başlayan süreç, 09.03.2003 tarihinde tekrarlanan Siirt seçimlerinde, 03.11.2002’deki aday Mervan Gül’ün çekilmesi sağlanarak, Erdoğan’ın milletvekili seçilmesi sağlanarak tamamlandı. Erdoğan’ın önce milletvekili ardından Başbakan (14.03.2003) olduğu o süreçte, Erdoğan-Baykal ikilisinin, İstanbul’da (muhtemelen, Şubat 2003 içinde) bir de gizli buluşma gerçekleştirdikleri ortaya çıkmış ve o buluşmanın içeriği ile ilgili iddialar, hayli tartışma konusu olmuştu.

Halkın, birbirlerinin siyasi rakipleri olduklarını zannettiği partilerin, kritik bir konu ortaya çıktığında, nasıl birlikte hareket ettiklerine dair, ibretamiz olaylar yaşanıyor ve milletimiz bu oyunları hakkı ile kavrayamıyor! Siyaset ve toplum mühendisliği yöntemleri ile milletimizin, karşı karşıya bulunduğu hususları doğru bir şekilde anlaması ve sorgulaması, maalesef büyük bir ustalıkla önlenebiliyor.

 

1950’DEN İTİBAREN TÜRKİYE, ASIL İSTİKAMETİNİ KAYBETMİŞTİR!

Böylece, II. Dünya Savaşı’ndan 2002 yılına kadar geçen yarım asırlık süre içinde, Türk siyasetinde meydana gelen gelişmeleri ve bunların arkasındaki belli başlı dinamikleri, 13 Haziran’dan bu yana burada yayınlanan 6 yazıda, genel hatları ile incelemiş olduk.

Umarım, bilhassa 1950 yılından itibaren, Türk siyasetinin, ülkemizin tam bağımsızlığını öngören en temel ilkesinin, nasıl aşındırıldığını ve nihayet 2002’de tamamen ortadan kaldırılmış olduğunu, hem iktidardaki ve hem de muhalefetteki siyasi partilerin, dünya siyasetine hükmettikleri düşünülen emperyalist güçlerin güdümüne tabi olduklarını anlatabilmişizdir. Maalesef Türkiye’ye, çağdaş medeniyetin üzerine çıkmayı hedefleyen “asıl ve kadim istikameti” kaybettirilmiştir.

Ne yazık ki, Atatürk’ün görüşleri yeterince kavranamamış, slogan düzeyinden öte kimsenin anlama derdi olmamıştır. Dolayısı ile, O’nun “tam bağımsızlık” anlayışı siyaset sahnemizden silinmiş, üç-beş kuruşluk para yardımları için bile, milli egemenlik haklarımızı feda eden siyasetçiler, sürekli olarak kendi şahsi çıkarlarını korurken, ülkemizi ve milletimizi, emperyalist güçlere “kolay yem” haline getirmişlerdir.

Cenab-ı Allah’tan umudumuz ve dileğimiz odur ki, rahmetli Atatürk gibi, ama bu çağın şartlarının gerektirdiği niteliklerde, yeni bir deha şahsiyeti içimizden çıkarsın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.