Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

ÜRETTİĞİNDEN FAZLA TÜKETMENİN SONU HÜSRANDIR

1983’te, merhum Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi’nin (ANAP) iktidara gelmesiyle, sözde “liberal ekonomi” anlayışı ve “ekonomide dışa açılma” söylemi altında, Türk halkı, “ürettiğinden fazlasını tüketme alışkanlığı” kazanmaya başladı. Burada şimdi sizi rakamlara boğmaya gerek yok, gayet açık olan mesele şudur: 1983’ten itibaren, dış borçların Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranı sürekli yükseliyor. Aynı şekilde, “cari açık” denen, yıllık ithalat ile ihracat arasındaki makas da, sürekli ihracatın aleyhine olmak üzere artmaya devam ediyor. Ürettiğinden fazla tüketmeye alışmış olan insanların ve toplumların, tüketim alışkanlıklarında geri adım atmaları, imkansız denecek kadar zordur. Ülke ekonomisinin üretim ve ihracat kapasitesi, halkın total tüketimini karşılayamadığında, dış borç ve devamında da enflasyon artışı kaçınılmazdır. Yaygın toplumsal (ve maalesef örgütlü) cehalet sebebiyle, bugün karşı karşıya bulunduğumuz ekonomik sıkıntıların sebepleri, halk tarafından hiçbir şekilde anlaşılamamaktadır. Öyle ki, ülkede yaşanmakta olan hayat pahalılığıyla ilgili olarak, muhalefet partilerini suçlayanların toplumdaki oranı hiç de azımsanacak gibi değildir.   HALK, SÜREKLİ DEZENFORMASYON BOMBARDIMANI ALTINDA! Bunun sebebi, yaygın toplumsal cehaletin yanı sıra, bu cehaletin, siyasi ve STK örgütlenmelerinin halka yönelik dezenformasyon faaliyetleridir. Günümüz batı medeniyetinin önde gelen ülkelerinin hiçbirinde basında tekelleşmeye müsaade edilmezken, Türkiye’de, son 15 yılda (hem de, devlet gücü ve imkanları kullanılarak), sadece çok tehlikeli bir basın tekeli vücuda getirilmemiş, aynı zamanda, “trol” denen ve sayıları yüz bine yakın olduğu tahmin edilen “ücretli dezenformasyon elemanları” ile de internetteki sosyal medya mecraları, kamuoyunda “zamanında doğru ve yeterli bilgi paylaşımı” adeta bloke edilmiştir. Bu durum, halkın, “yurt içinde ve dünyada gündelik olup-bitenler hakkında doğru, yeterli ve zamanında bilgi edinme hakkı”nı, çok büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Anayasamızda ve yasalarımızda, basın ve ifade özgürlüğünü sağlamak ve korumak için çeşitli hükümler vardır. Ancak, bu özgürlüklerin kullanılabilmesi için gerekli olan fiili şartlar, neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sürekli olarak, tümüyle yalan ya da çarpıtılmış yayınların yoğun bombardımanına maruz bulunan halkın, hiçbir konuda zamanında, doğru ve yeterli bilgilere ulaşması mümkün olmuyor! Böyle olunca, insanlar edindikleri gündelik bilgilerle, gerçekte olup-biten konular hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi olamadıkları gibi, doğru ile yanlışı da birbirinden ayırma konusunda çok ciddi kafa karışıklığı yaşamaktadırlar. Bu durumun uzun süre bu şekilde devam etmesi, toplumun kendi kaderine sahip çıkabilme şansını ve imkanlarını ortadan kaldırmaktadır. Böylece halk, hiçbir iradesi olmayan, tepedeki siyaset baronlarının empoze ettikleri enformasyonlara göre güdülenen sürü haline dönüşmektedir.   TOTALİTER TOPLUM YAPISINA VE SİYASİ REJİME GİDEN YOL Tabii, insanların sosyal ve siyasi konularda iradelerini kullanma yeteneklerini ortaya koyabilme şartlarının büyük ölçüde yitirildiği toplumlarda (ve ülkelerde) sağlıklı ve fonksiyonel bir demokrasiden, objektif hukuktan, adaletten ve ahlaktan söz edilemez! İnsanların, tepedeki yöneticinin iki dudağının arasından çıkacak en son ifadelere göre davrandıkları bu gibi ülkelerde, başta demokrasi ve hukuk olmak üzere, hemen her şey şekilden ibarettir. Dolayısı ile de bu ülkelerde, pozitif anlamda hiçbir değişimden ve uygarlık anlamında ilerlemeden söz edilemez! Bu gidişin sonu ise, despotluğa ve totaliterliğe çıkar. Sadece iktidarın desteklediği ve polis koruması altına aldığı sokak gösterileri “meşru” görülür, bunun dışındaki en küçük bir hareket bile, “terör” olarak damgalanır ve cezalandırılır. Bir süredir, ülkemizde de bu durumun belirtileri, giderek artan bir şekilde görülmektedir. Anayasamıza ve ilgili sair kanunlara göre suç sayılmayan her konuda herkes, hiçbir makamdan ve kimseden “önceden izin almaksızın” toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir! Bu konuda kanunlarımızda getirilen tek kısıtlama, açık hava toplantıları ile yürüyüşlerin yapılabileceği yerlerin ve güzergahların, idare tarafından belirlenmesidir. Ayrıca, toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleyecek olanların (en az 7 kişi), en geç 48 saat öncesinde, mahalli idareye yazılı bildirimde bulunma zorunluluğu bulunuyor ki, bu da, “topluca suç işleme girişimleri”nin önlenmesi ve kamu düzeninin korunması bakımından, son derece normal bir durumdur. Ama, ülkemizdeki fiili durumda, “önceden izin alınmaksızın” kavramı yok sayılıyor! Yani, vali ya da kaymakam “izin” vermediğinde, hiç kimse hiçbir konuda toplantı ve gösteri yürüyüşü yapamıyor! İşte bu ve benzeri uygulamaların halk tarafından normal görülmesinin sebepleri, yukarıda anlatılan hususlardır.   BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ YOKSA HİÇBİR ÖZGÜRLÜK YOKTUR! Dünyanın tüm gelişmiş toplumlarında, hiçbir şekilde vazgeçilemeyecek ve devlet yöneticileri tarafından baskı altına alınamayacak şey, “basın özgürlüğü”dür. Çünkü, basın özgürlüğünün olmadığı ülkelerde, diğer özgürlüklerin hiçbir anlamı kalmaz! Ne var ki, gerçek bir basın özgülüğü için, sadece kanuni düzenlemeler yeterli değildir. Hukukta, “kanuna karşı hile” kavramı ile ifade edilen yöntemlerle, Türkiye’de olduğu gibi, kanunlara rağmen basın özgürlüğü ortadan kaldırılabilir. Öyle ki, “basın özgürlüğü yok” denildiğinde iktidar, ilgili kanunları göstererek aksi iddiada bulunabilir; dahası, basın özgürlüğüne karşı iktidar gücüyle yaratılan fiili uygulamalara karşı çıkmak, suç haline gelir! Son birkaç yıldır, iktidar tarafından açıkça desteklenen bazı kuruluşlar, mevcut ve yürürlükteki anayasaya ve kanunlara rağmen, toplantılar ve gösteri yürüyüşleri yaptıkları halde (hiç kimseye sormadan ve emir almadan, kendi başlarına doğrudan işlem yapma yetkilerine sahip oldukları halde), hiçbir Cumhuriyet Savcısı, bunlara karşı tek bir işlem yapmamıştır! Bu durum ayrıca, maalesef Türkiye’deki “yargı bağımsızlığı” ile ilgili ciddi şüphelerin doğmasına yol açmaktadır. Yurt içinde ve dünyada meydana gelen gündelik bazı olayları (bir şekilde mutlaka din kılıfına sokularak), Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesine, cumhuriyetin temel niteliklerine, Atatürk ilkelerine ve inkılaplarına karşı, propaganda malzemeleri olarak kullananlar, çok ilginç bir şekilde sürekli suç işliyorlar; ama bu, başta devletin ilgili kurumları olmak üzere, neredeyse hiç kimsenin umurunda değil! Bu tutumun, seçimler sebebiyle yoğunlaşacak propaganda faaliyetlerine de hakim olacağı anlaşılıyor.   KENDİLERİNE HELAL, BAŞKALARINA HARAM! Toplumdaki siyasi gerilimi olabildiğince yüksek tutmakta inat eden iktidar cenahının, kendi siyasi söylemlerini, sürekli ve mutlaka dini referanslara dayandırarak ifade ederken, Cumhur İttifakı dışında kalan partileri ve başta ülkenin aydınları olmak üzere o partilerin seçmenlerini adeta şeytanlaştırması, hiç de hayra alamet bir tutum değildir. Örneğin, kendileri bölücü terör örgütü PKK ile gizli-açık, doğrudan ya da dolaylı olarak görüşmeler ve pazarlıklar yaptıklarında nedense hiçbir sorun yok; ama, kendi ittifakları dışında kalanları, “PKK’nın meclisteki temsilcisi” olarak gördükleri siyasilerle en küçük bir temaslarında bile, bölücü terörle (ya da FETÖ ile) özdeşleştirmektedirler. Aynı şekilde, kendileri ABD, batılı ülkeler ya da İsrail’le her türlü görüşmeleri ve alış-verişleri yaparken sorun yok; ancak, muhalefetten birileri herhangi bir yabancı akademisyen ya da yetkili ile görüştüğünde, onlara anında “emperyalistlerin işbirlikçileri” diyerek saldırmaktadırlar. Yani, kendilerine “helal” olarak gördükleri bazı şeylere, başkaları için “haram” diyorlar.   TÜRKİYE İSRAİL’E KARŞI NE YAPIYOR? Son Gazze saldırılarının başladığı 07 Ekim 2023 tarihinden bu yana, Türkiye İsrail’e karşı en küçük bir girişimde bulunmamıştır. Öyle ki, ne petrol sevkiyatı durdurulmuş, ne de Türkiye’den İsrail’e mal götüren gemilerin seferlerine bir kısıtlama getirilmiştir. Üstelik, Türkiye’den İsrail’e petrol taşıyan tankerlerin ve mal götüren (günde 8 ila 10 sefer) gemilerin çok önemli bir bölümü, doğrudan AK Parti üst yöneticilerinin ve onların aile mensuplarının şirketlerine aittir. Gerçek durum böyle olduğu halde, sanki Türkiye İsrail’e karşı ciddi bir mücadele veriyormuş gibi, iç kamuoyuna yönelik olarak akıl almaz yoğunlukta bir dezenformasyon faaliyeti söz konusudur. Öte yandan, Cumhurbaşkanı kameralar önünde defalarca İsrail’i “terör devleti” olarak ilan etti. Ama, iki devlet arasındaki ilişkiler konusunda, herhangi bir tedbire ya da kısıtlamaya dahi gidilmedi! Cumhurbaşkanının söylediklerine bakarsak Türkiye, terör devleti olarak gördüğü bir devlete karşı hiçbir müeyyide uygulamadığı gibi, sanki hiçbir şey yokmuş gibi, gayet normal bir şekilde, “diplomatik, siyasî ve ticarî” ilişkilerini sürdürüyor ki, bu durumun, hiçbir mantıksal izahı yoktur.   SAĞLIKLI BİR KAMUOYU OLUŞMASI ENGELLENİYOR! Birkaç istisna dışında tüm basını istediği gibi kullanmakta olan iktidar cenahı, internetteki sosyal mecralarda görevlendirilen ücretli elemanlar tarafından kullanılmakta olan yüz bini aşkın trol hesaplarla kamuoyunu neredeyse tamamen kontrol altında tutuyor. Bu ise, sağlıklı kamuoyu oluşması imkanını tamamen ortadan kaldırıyor. Kamuoyunun sağlıklı olarak tecelli etmediği ülkelerde, sağlam toplumsal irade ortaya çıkamaz ki, ülkemiz için de bundan çok daha büyük ve önlenmesi zor olan başka bir tehlike yoktur. Toplumu meydana getiren insanlar, birbirlerinden keskin hatlarla ayrılmış kesimler halinde bölündüğünde, bu gidişin sonu, Allah korusun, kitlesel çatışmalar ve iç savaştır. İktidarın, seçim dönemindeki gerilime dayalı propaganda yoğunluğunun, bu gidişat üzerinde yapacağı etkinin ne yönde olacağı gayet açıktır. Cenab-ı Allah, başta siyasiler olmak üzere, bu millete akıl ve iz’an nasip etsin…
Ekleme Tarihi: 05 Şubat 2024 - Pazartesi

ÜRETTİĞİNDEN FAZLA TÜKETMENİN SONU HÜSRANDIR

1983’te, merhum Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi’nin (ANAP) iktidara gelmesiyle, sözde “liberal ekonomi” anlayışı ve “ekonomide dışa açılma” söylemi altında, Türk halkı, “ürettiğinden fazlasını tüketme alışkanlığı” kazanmaya başladı. Burada şimdi sizi rakamlara boğmaya gerek yok, gayet açık olan mesele şudur: 1983’ten itibaren, dış borçların Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranı sürekli yükseliyor. Aynı şekilde, “cari açık” denen, yıllık ithalat ile ihracat arasındaki makas da, sürekli ihracatın aleyhine olmak üzere artmaya devam ediyor.

Ürettiğinden fazla tüketmeye alışmış olan insanların ve toplumların, tüketim alışkanlıklarında geri adım atmaları, imkansız denecek kadar zordur. Ülke ekonomisinin üretim ve ihracat kapasitesi, halkın total tüketimini karşılayamadığında, dış borç ve devamında da enflasyon artışı kaçınılmazdır. Yaygın toplumsal (ve maalesef örgütlü) cehalet sebebiyle, bugün karşı karşıya bulunduğumuz ekonomik sıkıntıların sebepleri, halk tarafından hiçbir şekilde anlaşılamamaktadır. Öyle ki, ülkede yaşanmakta olan hayat pahalılığıyla ilgili olarak, muhalefet partilerini suçlayanların toplumdaki oranı hiç de azımsanacak gibi değildir.

 

HALK, SÜREKLİ DEZENFORMASYON BOMBARDIMANI ALTINDA!

Bunun sebebi, yaygın toplumsal cehaletin yanı sıra, bu cehaletin, siyasi ve STK örgütlenmelerinin halka yönelik dezenformasyon faaliyetleridir. Günümüz batı medeniyetinin önde gelen ülkelerinin hiçbirinde basında tekelleşmeye müsaade edilmezken, Türkiye’de, son 15 yılda (hem de, devlet gücü ve imkanları kullanılarak), sadece çok tehlikeli bir basın tekeli vücuda getirilmemiş, aynı zamanda, “trol” denen ve sayıları yüz bine yakın olduğu tahmin edilen “ücretli dezenformasyon elemanları” ile de internetteki sosyal medya mecraları, kamuoyunda “zamanında doğru ve yeterli bilgi paylaşımı” adeta bloke edilmiştir. Bu durum, halkın, “yurt içinde ve dünyada gündelik olup-bitenler hakkında doğru, yeterli ve zamanında bilgi edinme hakkı”nı, çok büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır.

Anayasamızda ve yasalarımızda, basın ve ifade özgürlüğünü sağlamak ve korumak için çeşitli hükümler vardır. Ancak, bu özgürlüklerin kullanılabilmesi için gerekli olan fiili şartlar, neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sürekli olarak, tümüyle yalan ya da çarpıtılmış yayınların yoğun bombardımanına maruz bulunan halkın, hiçbir konuda zamanında, doğru ve yeterli bilgilere ulaşması mümkün olmuyor! Böyle olunca, insanlar edindikleri gündelik bilgilerle, gerçekte olup-biten konular hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi olamadıkları gibi, doğru ile yanlışı da birbirinden ayırma konusunda çok ciddi kafa karışıklığı yaşamaktadırlar. Bu durumun uzun süre bu şekilde devam etmesi, toplumun kendi kaderine sahip çıkabilme şansını ve imkanlarını ortadan kaldırmaktadır. Böylece halk, hiçbir iradesi olmayan, tepedeki siyaset baronlarının empoze ettikleri enformasyonlara göre güdülenen sürü haline dönüşmektedir.

 

TOTALİTER TOPLUM YAPISINA VE SİYASİ REJİME GİDEN YOL

Tabii, insanların sosyal ve siyasi konularda iradelerini kullanma yeteneklerini ortaya koyabilme şartlarının büyük ölçüde yitirildiği toplumlarda (ve ülkelerde) sağlıklı ve fonksiyonel bir demokrasiden, objektif hukuktan, adaletten ve ahlaktan söz edilemez! İnsanların, tepedeki yöneticinin iki dudağının arasından çıkacak en son ifadelere göre davrandıkları bu gibi ülkelerde, başta demokrasi ve hukuk olmak üzere, hemen her şey şekilden ibarettir. Dolayısı ile de bu ülkelerde, pozitif anlamda hiçbir değişimden ve uygarlık anlamında ilerlemeden söz edilemez! Bu gidişin sonu ise, despotluğa ve totaliterliğe çıkar. Sadece iktidarın desteklediği ve polis koruması altına aldığı sokak gösterileri “meşru” görülür, bunun dışındaki en küçük bir hareket bile, “terör” olarak damgalanır ve cezalandırılır.

Bir süredir, ülkemizde de bu durumun belirtileri, giderek artan bir şekilde görülmektedir. Anayasamıza ve ilgili sair kanunlara göre suç sayılmayan her konuda herkes, hiçbir makamdan ve kimseden “önceden izin almaksızın” toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir! Bu konuda kanunlarımızda getirilen tek kısıtlama, açık hava toplantıları ile yürüyüşlerin yapılabileceği yerlerin ve güzergahların, idare tarafından belirlenmesidir. Ayrıca, toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleyecek olanların (en az 7 kişi), en geç 48 saat öncesinde, mahalli idareye yazılı bildirimde bulunma zorunluluğu bulunuyor ki, bu da, “topluca suç işleme girişimleri”nin önlenmesi ve kamu düzeninin korunması bakımından, son derece normal bir durumdur. Ama, ülkemizdeki fiili durumda, “önceden izin alınmaksızın” kavramı yok sayılıyor! Yani, vali ya da kaymakam “izin” vermediğinde, hiç kimse hiçbir konuda toplantı ve gösteri yürüyüşü yapamıyor! İşte bu ve benzeri uygulamaların halk tarafından normal görülmesinin sebepleri, yukarıda anlatılan hususlardır.

 

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ YOKSA HİÇBİR ÖZGÜRLÜK YOKTUR!

Dünyanın tüm gelişmiş toplumlarında, hiçbir şekilde vazgeçilemeyecek ve devlet yöneticileri tarafından baskı altına alınamayacak şey, “basın özgürlüğü”dür. Çünkü, basın özgürlüğünün olmadığı ülkelerde, diğer özgürlüklerin hiçbir anlamı kalmaz! Ne var ki, gerçek bir basın özgülüğü için, sadece kanuni düzenlemeler yeterli değildir. Hukukta, “kanuna karşı hile” kavramı ile ifade edilen yöntemlerle, Türkiye’de olduğu gibi, kanunlara rağmen basın özgürlüğü ortadan kaldırılabilir. Öyle ki, “basın özgürlüğü yok” denildiğinde iktidar, ilgili kanunları göstererek aksi iddiada bulunabilir; dahası, basın özgürlüğüne karşı iktidar gücüyle yaratılan fiili uygulamalara karşı çıkmak, suç haline gelir! Son birkaç yıldır, iktidar tarafından açıkça desteklenen bazı kuruluşlar, mevcut ve yürürlükteki anayasaya ve kanunlara rağmen, toplantılar ve gösteri yürüyüşleri yaptıkları halde (hiç kimseye sormadan ve emir almadan, kendi başlarına doğrudan işlem yapma yetkilerine sahip oldukları halde), hiçbir Cumhuriyet Savcısı, bunlara karşı tek bir işlem yapmamıştır! Bu durum ayrıca, maalesef Türkiye’deki “yargı bağımsızlığı” ile ilgili ciddi şüphelerin doğmasına yol açmaktadır.

Yurt içinde ve dünyada meydana gelen gündelik bazı olayları (bir şekilde mutlaka din kılıfına sokularak), Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesine, cumhuriyetin temel niteliklerine, Atatürk ilkelerine ve inkılaplarına karşı, propaganda malzemeleri olarak kullananlar, çok ilginç bir şekilde sürekli suç işliyorlar; ama bu, başta devletin ilgili kurumları olmak üzere, neredeyse hiç kimsenin umurunda değil! Bu tutumun, seçimler sebebiyle yoğunlaşacak propaganda faaliyetlerine de hakim olacağı anlaşılıyor.

 

KENDİLERİNE HELAL, BAŞKALARINA HARAM!

Toplumdaki siyasi gerilimi olabildiğince yüksek tutmakta inat eden iktidar cenahının, kendi siyasi söylemlerini, sürekli ve mutlaka dini referanslara dayandırarak ifade ederken, Cumhur İttifakı dışında kalan partileri ve başta ülkenin aydınları olmak üzere o partilerin seçmenlerini adeta şeytanlaştırması, hiç de hayra alamet bir tutum değildir. Örneğin, kendileri bölücü terör örgütü PKK ile gizli-açık, doğrudan ya da dolaylı olarak görüşmeler ve pazarlıklar yaptıklarında nedense hiçbir sorun yok; ama, kendi ittifakları dışında kalanları, “PKK’nın meclisteki temsilcisi” olarak gördükleri siyasilerle en küçük bir temaslarında bile, bölücü terörle (ya da FETÖ ile) özdeşleştirmektedirler. Aynı şekilde, kendileri ABD, batılı ülkeler ya da İsrail’le her türlü görüşmeleri ve alış-verişleri yaparken sorun yok; ancak, muhalefetten birileri herhangi bir yabancı akademisyen ya da yetkili ile görüştüğünde, onlara anında “emperyalistlerin işbirlikçileri” diyerek saldırmaktadırlar. Yani, kendilerine “helal” olarak gördükleri bazı şeylere, başkaları için “haram” diyorlar.

 

TÜRKİYE İSRAİL’E KARŞI NE YAPIYOR?

Son Gazze saldırılarının başladığı 07 Ekim 2023 tarihinden bu yana, Türkiye İsrail’e karşı en küçük bir girişimde bulunmamıştır. Öyle ki, ne petrol sevkiyatı durdurulmuş, ne de Türkiye’den İsrail’e mal götüren gemilerin seferlerine bir kısıtlama getirilmiştir. Üstelik, Türkiye’den İsrail’e petrol taşıyan tankerlerin ve mal götüren (günde 8 ila 10 sefer) gemilerin çok önemli bir bölümü, doğrudan AK Parti üst yöneticilerinin ve onların aile mensuplarının şirketlerine aittir.

Gerçek durum böyle olduğu halde, sanki Türkiye İsrail’e karşı ciddi bir mücadele veriyormuş gibi, iç kamuoyuna yönelik olarak akıl almaz yoğunlukta bir dezenformasyon faaliyeti söz konusudur. Öte yandan, Cumhurbaşkanı kameralar önünde defalarca İsrail’i “terör devleti” olarak ilan etti. Ama, iki devlet arasındaki ilişkiler konusunda, herhangi bir tedbire ya da kısıtlamaya dahi gidilmedi! Cumhurbaşkanının söylediklerine bakarsak Türkiye, terör devleti olarak gördüğü bir devlete karşı hiçbir müeyyide uygulamadığı gibi, sanki hiçbir şey yokmuş gibi, gayet normal bir şekilde, “diplomatik, siyasî ve ticarî” ilişkilerini sürdürüyor ki, bu durumun, hiçbir mantıksal izahı yoktur.

 

SAĞLIKLI BİR KAMUOYU OLUŞMASI ENGELLENİYOR!

Birkaç istisna dışında tüm basını istediği gibi kullanmakta olan iktidar cenahı, internetteki sosyal mecralarda görevlendirilen ücretli elemanlar tarafından kullanılmakta olan yüz bini aşkın trol hesaplarla kamuoyunu neredeyse tamamen kontrol altında tutuyor. Bu ise, sağlıklı kamuoyu oluşması imkanını tamamen ortadan kaldırıyor.

Kamuoyunun sağlıklı olarak tecelli etmediği ülkelerde, sağlam toplumsal irade ortaya çıkamaz ki, ülkemiz için de bundan çok daha büyük ve önlenmesi zor olan başka bir tehlike yoktur. Toplumu meydana getiren insanlar, birbirlerinden keskin hatlarla ayrılmış kesimler halinde bölündüğünde, bu gidişin sonu, Allah korusun, kitlesel çatışmalar ve iç savaştır. İktidarın, seçim dönemindeki gerilime dayalı propaganda yoğunluğunun, bu gidişat üzerinde yapacağı etkinin ne yönde olacağı gayet açıktır.

Cenab-ı Allah, başta siyasiler olmak üzere, bu millete akıl ve iz’an nasip etsin…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.