Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

YAYGIN VE ÖRGÜTLÜ CEHALET TEHLİKESİ

Hatırlayanlar olacaktır; geçen yıl, 27.09.2022 tarihli “Cehalet Tarlasında, Sadece Ahlaksızlık ve Adaletsizlik Yetişir” başlıklı yazımıza, şöyle bir paragrafla başlamıştık: Kim ne derse desin, İslam dünyasının en büyük ve en temel problemi, toplumsal bakımdan adeta “din” haline getirilmiş olan “cehalet” ve başta “ahlaksızlık” ve “adaletsizlik” olmak üzere, cehalet ortamının ürünleri olan, tembellik, hırsızlık vb. gibi, her türlü olumsuzluklardır. Ve maalesef, tüm insanlık tarihi boyunca, dünyanın hiçbir toplumunda, cahillere cahil olduklarını anlatabilmenin bir yolu bulunamamıştır. Bunun sebebi, kendilerince kemale erdiklerine inanan cahiller, aptalca, “her şeyi bildiklerine” inandıklarından, kendi inanışlarına uymayan her türlü bilgiyi reddederler; hatta, ortaya yeni bilgileri atanları, canlı canlı ateşte yakacak kadar zalimce davranabilirler!   CEHALETTEN DAHA ZARARLI HİÇBİR ŞEY YOKTUR! Gerek bireylere ve gerekse toplumlara zarar veren insan davranışlarının temelinde yatan asıl etken, toplumlardaki “yaygın cehalet”tir. Cehalet, insan hayatındaki her türlü karanlığın ana kaynağıdır. Ne kadar ilginçtir ki, insanlığın asıl düşmanı cehalet olmasına rağmen, insanlar birlikte cehaletle değil (şu ya da bu sebeple), sürekli olarak birbirleriyle savaşmışlar ve büyük emekler ve zamanlarını harcayarak ürettiklerini, “birbirleriyle savaşarak”, kendi elleriyle yıkmaya devam etmişlerdir. Türk milli kültüründe ve İslam anlayışında, “savaşları kutsayan” sayısız argüman vardır. Ne yazık ki, çoğu zaman, savaşların bitiminde kazanan taraflar, bunu “zafer kutlamaları” yaparak içselleştirirken (ve her yıldönümlerinde aynı kutlamaları yaparken), yenilen taraflar için o savaş “unutulması gereken” bir olaydır. Halbuki, son tahlilde, aslında her iki taraf da kaybetmiştir! Ama, biz, “daha az kaybetmiş olan” tarafı “zafer” kazanan, rakibinden fazla kaybedeni de “mağlup” olan taraf diye adlandırır ve ona göre değerlendiririz. Bu durum, tüm insanlığı adeta esir almış olan yaygın cehaletin ürünüdür.   HUKUK MU, GÜÇ MÜ? Toplumların gelişmişlik düzeyleri yükseldikçe, kendi aralarındaki sorunları, savaşmadan ve çatışmadan çözümleme kabiliyetleri de buna paralel olarak artmaktadır. Ancak, geri kalmış toplumlar arasındaki sorunların çözüm yolu, çoğunlukla çatışmadır, savaştır! Aynı şekilde, gelişmiş toplumlar ile geri kalmış toplumlar arasındaki sorunların savaşla çözümlenme oranı da, nispeten daha fazladır. Bu durum, bireyler arasındaki sorunlar konusunda da, aşağı-yukarı aynen geçerlidir. Gelişmiş toplumlarda tüm insan ilişkileri, “kabul edilmiş ilkeler, kurallar ve ölçüler (yani, “kültür” ve “hukuk”)” çerçevesinde cereyan eder. Geri kalmış toplumlarda ise insan ilişkilerinde (devletlerin, her ne kadar yazılı bir “hukuk” sistemleri olsa da), sahip olunan siyasî, bürokratik, sosyal, maddî, fizikî vs. “güç”, en temel unsurdur; kısacası, kimin haklı ve neyin doğru ve faydalı (ya da yanlış ve zararlı) olduğunu, daima “güçlü olan” belirler! Geri kalmış toplumlarda, evrensel kabul görmüş olan insan haklarının, ilkelerin, değerlerin, kuralların velhasıl-ı kelam hukukun, pratikte bir karşılığı yoktur!   REKABET, ÇATIŞMA, ÜRETKENLİK VE YAŞAM STANDARDI Toplumda, eğitim ve gelir seviyeleri yüksek bireyler arasında, kaba kuvvete dayalı “çatışma”dan ziyade, akla dayalı “rekabet” söz konusudur. Eğitim ve gelir seviyesi düştükçe, karşı karşıya kalınan sorunları kaba kuvvetle çözme eğilimi yükselmektedir. Yeterince aydınlanamamış, sorunlarını kaba kuvvetle ve çatışma yoluyla çözme eğiliminde olan toplumlar ve insanlar, sadece rakiplerine (ya da düşmanlarına) değil tüm insanlığa ve doğaya da zarar vermektedirler; üstelik, bu umurlarında bile değildir. Çünkü, işin bu tarafını düşünebilecek düzeyde zihinsel ve aklî kapasiteleri gelişmemiştir. Rekabet, insanların (ve toplumların da) üretkenliklerini ve yaşam standartlarını arttırırken, çatışmalar, taraflara çok şey kaybettirir. Çatışmalar, toplumların da bireysel olarak insanların da üretkenliklerini ve yaşam standartlarını olumsuz etkiler. Maalesef, geri kalmış toplumlar ve cahil insanlar, bu basit gerçeği idrak etmekte zorlanırlar ve hem kendilerine, hem de diğer insanlara zarar vermekten çekinmezler. İşin diğer bir ilginç yanı, her bakımdan zararlı olan davranışlarını (“kahramanlık” ve “yiğitlik” kavramlarını zararlı bir şekilde dejenere ederek), kendi aralarında “övünme” konusu yaparlar. Sorunlarını, ortak değerler ile karşılıklı kabul edilmiş ilkeler, kurallar ve ölçüler çerçevesinde konuşarak çözen toplumlar, sorunlarını, sadece kaba kuvvetin belirlediği şartlarda çözen toplumlara daima üstün gelirler. Tarih ve tüm dünya, bu durumun örnekleri ile doludur.   GELİŞMİŞ TOPLUMLAR, DAİMA HAKİM KONUMDADIRLAR! Geri kalmışlığın asıl ve temel sebebi cehalet olduğundan, kendilerini cehaletin kıskacından kurtaramayan toplumlar hızla zayıflar, önce gelişmiş toplumların egemenliği altına girerler ve nihayet, zamanla yok olur giderler. Canlı ya da cansız, evrendeki her şeyin değişmeyen ve sürekli olan tek dinamiği, makro ve mikro düzeylerde kesintisiz olan “hareket”tir. Hareketin doğal sonucu ise “değişim”dir; ve değişim, sadece insan hayatının değil, doğadaki tüm canlılar aleminin de, en temel dinamiğidir. Bu nedenle, insanların, gerek kendilerinin meydana getirdiği ve gerekse kendileri dışında ortaya çıkan “olumlu değişimler”e ayak uydurması, “olumsuz değişimler”den ise kendisini koruması gerekiyor; bunu yapamayan toplumlar, yapabilen toplumlar karşısında daima zayıf kalırlar. Cehaletleri sebebiyle geri kalmış olan toplumlar, olumlu yöndeki değişimin (yani, gelişmenin) dışında kalırken, gelişmiş toplumlar, değişimi büyük ölçüde yönetirler ve olumsuz değişimlerden korunma yollarını da, ancak onlar geliştirirler. Bu arada, dünyada olumlu yöndeki değişimin kaynağı, büyük ölçüde gelişmiş toplumlardır. Olumlu değişim konusunda son derece zayıf olan geri kalmış toplumlar ise, çoğu zaman olumsuz değişimin (savaşların ve sosyal felaketlerin) kaynakları ve ilk muhatapları durumundadırlar. Gelişmiş toplumlar, kendi aralarında genel kabul görmüş ve mutabık kalınmış olan değerler, ilkeler, kurallar ve ölçüler (yani, kültürleri ve hukuk sistemleri) konusunda, gelişmemiş toplumlara karşı, son derece tavizsiz, katı ve acımasız davranırlar, çoğu zaman ise, şiddet kullanmaktan çekinmezler. Bu konuda ne kadar haklı ya da haksız oldukları, ayrı bir tartışma onuşudur.   MÜSLÜMAN TOPLUMLARIN ÜSTÜNLÜĞÜ İslam dünyası, 8. ve 17. yüzyıllar arasında geçen 900 yıl boyunca, Batılı ülkeler karşısındaki güçlü konumunu büyük ölçüde, Ortaçağ karanlığında, Kilise’nin baskısı altında bulunan Hıristiyan aleminin güçsüzlüğüne ve bir de, 12. yüzyıl ortalarına kadar devam eden “İslam’ın Altın Çağı” ya da “İslam Aydınlanması” diye adlandırılan dönemde fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi, coğrafya, tarih, felsefe ve ilahiyat alanlarında yetiştirdiği Cabir bin Hayyan (721-815), Mûsâ el-Hârızmî (780-850), el-Kindî (801-868), Fârâbî (870-950), İbn-i Heysem (965-1040), el-Bîrunî (973-1048), İbn-i Sina (980-1037), İbn-i Rüşd (1126-1198), el-Cezerî (1136-1233), Fahreddin er-Razî (1148-1209), vb. gibi, her biri dünyaca ünlü çok sayıda bilim adamları yetiştirerek, bilimde ve teknikte ilerlemiş olmasına borçludur.   BATILI ÜLKELER, BİN YILLIK KİLİSE ZİNCİRLERİNİ KIRINCA… Ancak, 14. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan “Rönesans” ve Almanya’da Martin Luther (1483-1546) adlı bir keşişin, 31.10.1517 tarihinde piskoposlara gönderdiği 95 maddelik bildiriyle başladığı kabul edilen, dinde “Reform” hareketlerinden sonra, Hıristiyan toplumlar, giderek Kilisenin baskılarından kurtulmaya ve pozitif bilim alanlarında önemli bilim adamları yetiştirmeye başladılar. Maalesef, Avrupa ülkelerinde başlayan bu süreç, Müslümanlar tarafından 300 yıl boyunca (19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar) algılanamayacak ve Hıristiyanlar karşısında, hemen her alanda, ardı ardına yenilgiler gelecektir. Ne yazık ki, bu yenilgiler süreci, hâlâ tüm hızıyla devam etmektedir. Günümüzde 56 devlet halinde yaşamakta olan yaklaşık 1,5 milyar Müslüman’ın başlıca “ortak” özelliği (Afrika’da, Okyanusya’da ve Atlantik’teki bazı ülkeler dışında), “dünyanın en cahil ve beşerî üretim konusunda en zayıf toplumları” olmalarıdır. Bu ülkelerin ekonomileri, büyük ölçüde sahip oldukları doğal zenginlik kaynaklarına dayanmaktadır.   TÜRKİYE, BU CEHALETİ YENEBİLECEK Mİ? Bu ülkeler arasında Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerden itibaren ciddi bir gelişme performansı sergilemiş olmakla birlikte, bu 30 yıl gibi çok kısa sürmüş ve bugün artık, Batı Medeniyeti çemberinden, kendi yöneticileri tarafından, Batı medeniyeti çemberinden çıkartılarak, geri kalmış “Ortadoğu” ülkeleri konumuna düşürülmüştür. Bugün Türk milleti olarak, kökleri tarihimizin derinliklerinde olan asıl sorunlarımızı bir kenara bırakmış (çoğu gereksiz ve beş para etmeyecek), “siyasetçi” denen ve kayda değer hiçbir eğitimleri, nitelikleri ve birikimleri bulunmayan demagogların ağızlarına bakıyor, siyasetle ve ekonomiyle ilgili basit ve çarpıtılmış gündelik demagojilerle boş yere zaman tüketiyoruz. Ne yazık ki, tüm sözde İslam dünyası gibi, Türk milleti olarak bizim de, asıl ve en büyük sorunumuz “yaygın ve örgütlenmiş” toplumsal cehalettir! Bu cehaletin üstesinden gelmeden, hiçbir konuda en küçük bir şansımız yok! Gel gelelim, bu gerçeği milletimize anlatabilmenin yolunu hâlâ bulabilmiş değiliz!
Ekleme Tarihi: 09 Ekim 2023 - Pazartesi

YAYGIN VE ÖRGÜTLÜ CEHALET TEHLİKESİ

Hatırlayanlar olacaktır; geçen yıl, 27.09.2022 tarihli “Cehalet Tarlasında, Sadece Ahlaksızlık ve Adaletsizlik Yetişir” başlıklı yazımıza, şöyle bir paragrafla başlamıştık:

Kim ne derse desin, İslam dünyasının en büyük ve en temel problemi, toplumsal bakımdan adeta “din” haline getirilmiş olan “cehalet” ve başta “ahlaksızlık” ve “adaletsizlik” olmak üzere, cehalet ortamının ürünleri olan, tembellik, hırsızlık vb. gibi, her türlü olumsuzluklardır. Ve maalesef, tüm insanlık tarihi boyunca, dünyanın hiçbir toplumunda, cahillere cahil olduklarını anlatabilmenin bir yolu bulunamamıştır. Bunun sebebi, kendilerince kemale erdiklerine inanan cahiller, aptalca, “her şeyi bildiklerine” inandıklarından, kendi inanışlarına uymayan her türlü bilgiyi reddederler; hatta, ortaya yeni bilgileri atanları, canlı canlı ateşte yakacak kadar zalimce davranabilirler!

 

CEHALETTEN DAHA ZARARLI HİÇBİR ŞEY YOKTUR!

Gerek bireylere ve gerekse toplumlara zarar veren insan davranışlarının temelinde yatan asıl etken, toplumlardaki “yaygın cehalet”tir. Cehalet, insan hayatındaki her türlü karanlığın ana kaynağıdır. Ne kadar ilginçtir ki, insanlığın asıl düşmanı cehalet olmasına rağmen, insanlar birlikte cehaletle değil (şu ya da bu sebeple), sürekli olarak birbirleriyle savaşmışlar ve büyük emekler ve zamanlarını harcayarak ürettiklerini, “birbirleriyle savaşarak”, kendi elleriyle yıkmaya devam etmişlerdir.

Türk milli kültüründe ve İslam anlayışında, “savaşları kutsayan” sayısız argüman vardır. Ne yazık ki, çoğu zaman, savaşların bitiminde kazanan taraflar, bunu “zafer kutlamaları” yaparak içselleştirirken (ve her yıldönümlerinde aynı kutlamaları yaparken), yenilen taraflar için o savaş “unutulması gereken” bir olaydır. Halbuki, son tahlilde, aslında her iki taraf da kaybetmiştir! Ama, biz, “daha az kaybetmiş olan” tarafı “zafer” kazanan, rakibinden fazla kaybedeni de “mağlup” olan taraf diye adlandırır ve ona göre değerlendiririz. Bu durum, tüm insanlığı adeta esir almış olan yaygın cehaletin ürünüdür.

 

HUKUK MU, GÜÇ MÜ?

Toplumların gelişmişlik düzeyleri yükseldikçe, kendi aralarındaki sorunları, savaşmadan ve çatışmadan çözümleme kabiliyetleri de buna paralel olarak artmaktadır. Ancak, geri kalmış toplumlar arasındaki sorunların çözüm yolu, çoğunlukla çatışmadır, savaştır! Aynı şekilde, gelişmiş toplumlar ile geri kalmış toplumlar arasındaki sorunların savaşla çözümlenme oranı da, nispeten daha fazladır. Bu durum, bireyler arasındaki sorunlar konusunda da, aşağı-yukarı aynen geçerlidir.

Gelişmiş toplumlarda tüm insan ilişkileri,kabul edilmiş ilkeler, kurallar ve ölçüler (yani, “kültür” ve “hukuk”)çerçevesinde cereyan eder. Geri kalmış toplumlarda ise insan ilişkilerinde (devletlerin, her ne kadar yazılı bir “hukuk” sistemleri olsa da), sahip olunan siyasî, bürokratik, sosyal, maddî, fizikî vs. “güç”, en temel unsurdur; kısacası, kimin haklı ve neyin doğru ve faydalı (ya da yanlış ve zararlı) olduğunu, daima “güçlü olan” belirler! Geri kalmış toplumlarda, evrensel kabul görmüş olan insan haklarının, ilkelerin, değerlerin, kuralların velhasıl-ı kelam hukukun, pratikte bir karşılığı yoktur!

 

REKABET, ÇATIŞMA, ÜRETKENLİK VE YAŞAM STANDARDI

Toplumda, eğitim ve gelir seviyeleri yüksek bireyler arasında, kaba kuvvete dayalı “çatışma”dan ziyade, akla dayalı “rekabet” söz konusudur. Eğitim ve gelir seviyesi düştükçe, karşı karşıya kalınan sorunları kaba kuvvetle çözme eğilimi yükselmektedir. Yeterince aydınlanamamış, sorunlarını kaba kuvvetle ve çatışma yoluyla çözme eğiliminde olan toplumlar ve insanlar, sadece rakiplerine (ya da düşmanlarına) değil tüm insanlığa ve doğaya da zarar vermektedirler; üstelik, bu umurlarında bile değildir. Çünkü, işin bu tarafını düşünebilecek düzeyde zihinsel ve aklî kapasiteleri gelişmemiştir.

Rekabet, insanların (ve toplumların da) üretkenliklerini ve yaşam standartlarını arttırırken, çatışmalar, taraflara çok şey kaybettirir. Çatışmalar, toplumların da bireysel olarak insanların da üretkenliklerini ve yaşam standartlarını olumsuz etkiler. Maalesef, geri kalmış toplumlar ve cahil insanlar, bu basit gerçeği idrak etmekte zorlanırlar ve hem kendilerine, hem de diğer insanlara zarar vermekten çekinmezler. İşin diğer bir ilginç yanı, her bakımdan zararlı olan davranışlarını (“kahramanlık” ve “yiğitlik” kavramlarını zararlı bir şekilde dejenere ederek), kendi aralarında “övünme” konusu yaparlar.

Sorunlarını, ortak değerler ile karşılıklı kabul edilmiş ilkeler, kurallar ve ölçüler çerçevesinde konuşarak çözen toplumlar, sorunlarını, sadece kaba kuvvetin belirlediği şartlarda çözen toplumlara daima üstün gelirler. Tarih ve tüm dünya, bu durumun örnekleri ile doludur.

 

GELİŞMİŞ TOPLUMLAR, DAİMA HAKİM KONUMDADIRLAR!

Geri kalmışlığın asıl ve temel sebebi cehalet olduğundan, kendilerini cehaletin kıskacından kurtaramayan toplumlar hızla zayıflar, önce gelişmiş toplumların egemenliği altına girerler ve nihayet, zamanla yok olur giderler.

Canlı ya da cansız, evrendeki her şeyin değişmeyen ve sürekli olan tek dinamiği, makro ve mikro düzeylerde kesintisiz olan “hareket”tir. Hareketin doğal sonucu ise “değişim”dir; ve değişim, sadece insan hayatının değil, doğadaki tüm canlılar aleminin de, en temel dinamiğidir. Bu nedenle, insanların, gerek kendilerinin meydana getirdiği ve gerekse kendileri dışında ortaya çıkan “olumlu değişimler”e ayak uydurması, “olumsuz değişimler”den ise kendisini koruması gerekiyor; bunu yapamayan toplumlar, yapabilen toplumlar karşısında daima zayıf kalırlar.

Cehaletleri sebebiyle geri kalmış olan toplumlar, olumlu yöndeki değişimin (yani, gelişmenin) dışında kalırken, gelişmiş toplumlar, değişimi büyük ölçüde yönetirler ve olumsuz değişimlerden korunma yollarını da, ancak onlar geliştirirler. Bu arada, dünyada olumlu yöndeki değişimin kaynağı, büyük ölçüde gelişmiş toplumlardır. Olumlu değişim konusunda son derece zayıf olan geri kalmış toplumlar ise, çoğu zaman olumsuz değişimin (savaşların ve sosyal felaketlerin) kaynakları ve ilk muhatapları durumundadırlar.

Gelişmiş toplumlar, kendi aralarında genel kabul görmüş ve mutabık kalınmış olan değerler, ilkeler, kurallar ve ölçüler (yani, kültürleri ve hukuk sistemleri) konusunda, gelişmemiş toplumlara karşı, son derece tavizsiz, katı ve acımasız davranırlar, çoğu zaman ise, şiddet kullanmaktan çekinmezler. Bu konuda ne kadar haklı ya da haksız oldukları, ayrı bir tartışma onuşudur.

 

MÜSLÜMAN TOPLUMLARIN ÜSTÜNLÜĞÜ

İslam dünyası, 8. ve 17. yüzyıllar arasında geçen 900 yıl boyunca, Batılı ülkeler karşısındaki güçlü konumunu büyük ölçüde, Ortaçağ karanlığında, Kilise’nin baskısı altında bulunan Hıristiyan aleminin güçsüzlüğüne ve bir de, 12. yüzyıl ortalarına kadar devam eden “İslam’ın Altın Çağı” ya da “İslam Aydınlanması” diye adlandırılan dönemde fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi, coğrafya, tarih, felsefe ve ilahiyat alanlarında yetiştirdiği Cabir bin Hayyan (721-815), Mûsâ el-Hârızmî (780-850), el-Kindî (801-868), Fârâbî (870-950), İbn-i Heysem (965-1040), el-Bîrunî (973-1048), İbn-i Sina (980-1037), İbn-i Rüşd (1126-1198), el-Cezerî (1136-1233), Fahreddin er-Razî (1148-1209), vb. gibi, her biri dünyaca ünlü çok sayıda bilim adamları yetiştirerek, bilimde ve teknikte ilerlemiş olmasına borçludur.

 

BATILI ÜLKELER, BİN YILLIK KİLİSE ZİNCİRLERİNİ KIRINCA…

Ancak, 14. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan “Rönesans” ve Almanya’da Martin Luther (1483-1546) adlı bir keşişin, 31.10.1517 tarihinde piskoposlara gönderdiği 95 maddelik bildiriyle başladığı kabul edilen, dinde “Reform” hareketlerinden sonra, Hıristiyan toplumlar, giderek Kilisenin baskılarından kurtulmaya ve pozitif bilim alanlarında önemli bilim adamları yetiştirmeye başladılar.

Maalesef, Avrupa ülkelerinde başlayan bu süreç, Müslümanlar tarafından 300 yıl boyunca (19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar) algılanamayacak ve Hıristiyanlar karşısında, hemen her alanda, ardı ardına yenilgiler gelecektir. Ne yazık ki, bu yenilgiler süreci, hâlâ tüm hızıyla devam etmektedir.

Günümüzde 56 devlet halinde yaşamakta olan yaklaşık 1,5 milyar Müslüman’ın başlıca “ortak” özelliği (Afrika’da, Okyanusya’da ve Atlantik’teki bazı ülkeler dışında), “dünyanın en cahil ve beşerî üretim konusunda en zayıf toplumları” olmalarıdır. Bu ülkelerin ekonomileri, büyük ölçüde sahip oldukları doğal zenginlik kaynaklarına dayanmaktadır.

 

TÜRKİYE, BU CEHALETİ YENEBİLECEK Mİ?

Bu ülkeler arasında Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerden itibaren ciddi bir gelişme performansı sergilemiş olmakla birlikte, bu 30 yıl gibi çok kısa sürmüş ve bugün artık, Batı Medeniyeti çemberinden, kendi yöneticileri tarafından, Batı medeniyeti çemberinden çıkartılarak, geri kalmış “Ortadoğu” ülkeleri konumuna düşürülmüştür.

Bugün Türk milleti olarak, kökleri tarihimizin derinliklerinde olan asıl sorunlarımızı bir kenara bırakmış (çoğu gereksiz ve beş para etmeyecek), “siyasetçi” denen ve kayda değer hiçbir eğitimleri, nitelikleri ve birikimleri bulunmayan demagogların ağızlarına bakıyor, siyasetle ve ekonomiyle ilgili basit ve çarpıtılmış gündelik demagojilerle boş yere zaman tüketiyoruz.

Ne yazık ki, tüm sözde İslam dünyası gibi, Türk milleti olarak bizim de, asıl ve en büyük sorunumuz “yaygın ve örgütlenmiş” toplumsal cehalettir! Bu cehaletin üstesinden gelmeden, hiçbir konuda en küçük bir şansımız yok! Gel gelelim, bu gerçeği milletimize anlatabilmenin yolunu hâlâ bulabilmiş değiliz!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.