deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler

Ramazan Aydın
Köşe Yazarı
Ramazan Aydın
 

“DEVLETİN DİNİ ADALETTİR, ADALETİ OLMAYAN DEVLET DİNSİZDİR!”

Bir ülkede, halkın en fazla itibar ettiği kurumun, “yargı” olması gerekiyor. Çünkü yargı, devletin aslî görevi ve yükümlülüğü olan “adalet”i sağlayacak başlıca sistemdir. Herkesin, gayet iyi bildiği gibi, Hz.Ali (r.a.) “Devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devlet dinsizdir!” diyordu… Ama, günümüzde (herhalde, din konusunda Hz.Ali’den çok daha yüksek ilim sahibi olmalılar ki) bazıları, “devletin dininin İslam olması gerektiği”ni iddia ederek, en tepeden en diptekine kadar A’dan Z’ye, tüm kamu işlerine, kendilerince İslami renk ve şekil vermeye kalkıyorlar. Son birkaç yıldır yapılmakta olan “kamu kurum ve kuruluşlarının güvenilirlik ve itibar anketleri”nde, “en güvenilmeyen ve en itibarsız” kurum olarak, yargı sistemi açık ara öne çıkıyor; neyse ki, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) var da, güvenilmezlikte ve itibarsızlıkta, yargı en tepeye çıkamıyor!   İSLAM ÜLKELERİ, HER BAKIMDAN YERLERDE SÜRÜNÜYORLAR! Öte yandan, Kur’an-ı Kerîm’de bildirilen ölçülere ve ilkelere göre, yeryüzündeki 153 ülkeyi kapsayan bilimsel değerlendirmelerde, 10 yılı aşkın bir süredir, sözde İslam ülkesi (57 devlet) denen ülkelerin tamamı yerlerde sürünüyor. İslâmî kriterlere uygunluk bakımından en iyi durumda olan sözde İslam ülkesi, 43. sıradaki Malezya. Peki, en son yayınlanan, 2022 yılına ait listenin tepesinde hangi ülkeler yer alıyor dersiniz? Listenin ilk 5 sırasında, sırasıyla Danimarka, İrlanda, Hollanda, İsveç ve İzlanda yer alıyor… Ya Türkiye? “https://islamicity-index.org” sitesinde ilk olarak yayınlanan 2015 yılı indeksinde 65. sırada olan Türkiye, yedi yıl sonra yayınlanan indekste, tam “35” kademe gerileyerek, 100. sıraya düşmüş bulunuyor! Buna benzer bir diğer durum ise, iktidarın, eğitim konusunda en iddialı olduğu İmam Hatip okullarında ortaya çıkıyor. Prof.Dr. Ziya Selçuk’un (Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde), 2020-2021 Eğitim Öğretim Yılı’nın bitimine yaklaşık bir ay kala, Konya ilini pilot bölge alarak, “İmam Hatip son sınıf öğrencilerinin inanç yapıları” konusunda yaptırdığı bir araştırmada, öğrencilerin %87’sinin, “deist” anlayışa sahip olduklarının ortaya çıktığına dair, medya organlarında ve sosyal medya platformlarında bazı haberler yer almıştı. Tüm bunların, İslam dinini dillerinden düşürmeyen AK Parti döneminde olması, çok ilginç bir ironi teşkil ediyor!   YAŞANAN HİÇBİR OLUMSUZLUKTA SORUMLULUĞU OLMAYAN İKTİDAR Ülkede yaşanan olumsuzlukların hiçbirinde sorumluluğu asla kabul etmeyen ve tüm olumsuzlukların sorumluluğunu (en başta Ce-Ha-Pe olmak üzere), tümüyle muhalefetin üzerine atma konusunda fevkalade başarılı bir performans sergileyen AK Parti iktidarı, kendince “olumlu” olarak gördüğü her şeye ise, aynı başarı ile sahip çıkabiliyor. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı, geçen 19 Mart günü (sadece 24 saat içinde) ülkemiz sermaye piyasalarından 53 milyar Doların çıkış yapmasına sebep olarak, İmamoğlu’na destek amaçlı sokak gösterilerini gösterebilmiştir. Halbuki, o sokak gösterileri başlamadan çok önce, piyasalarda sermaye kaçış fırtınası başlamıştı. Gösterilerin yoğun bir şekilde yaşandığı daha sonraki günlerde ülkemizden çıkış yapan para, o ilk 24 saatte kaçan miktara kıyasla, devede kulak mesabesinde kalıyordu. İktidara geldiği ilk günden bu yana, yoğun bir şekilde, savunma sanayiinde kat edilen merhaleleri, siyasetinin temel konusu olarak gündemde tutan AK Parti, yerli tank, yerli savaş uçağı, yerli uçak motoru vb. gibi stratejik projelerde kayda değer ilerleme sağlanamadığı halde, sürekli olarak, sağda-solda Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneğinden desteklenmekte olduğu konuşulan, saray damadının İHA ve SİHA üretimiyle (sanki, dünyada eşi-benzeri olmayan bir başarıymış gibi), abartılı bir şekilde övünmeye devam ediyor. Son zamanlarda moda olduğu üzere, hepimizin tu-kaka ettiği “eski Türkiye”de, kamuoyu, bugüne kıyasla çok daha sağlıklı bilgi alma imkanlarına sahip olduğu için, gerek iktidar ve gerekse muhalefetteki siyasileri, çok daha iyi ve doğru bir şekilde değerlendirebiliyordu. İktidarı ve muhalefeti ile, günümüzün “yandaş medya” sisteminde, insanlar, hiçbir konuda “zamanında, doğru ve yeterli” bilgi alma imkanına sahip bulunmuyor. Durum böyle olunca, herhangi bir konuda hasıl olan kamuoyu kanaatleri, çoğu zaman gerçeklerden uzak oluyor. Bu durum, toplumun, siyasilerle ilgili sağlıklı değerlendirmeler yapmasına engel teşkil ettiğinden, seçimlerde ortaya çıkan “millî irade”, maalesef ülke ve devlet yönetimiyle ilgili “yanlışların devamına ve kronikleşmesine” neden oluyor.   “MEDYA TEKELİ”, TÜM ÜLKELERİN YASALARINDA SUÇTUR! Dünyadaki belli başlı ülkelerin tamamında (ve güya Türkiye’de de), “medya sektöründe tekelleşme” suçtur ve yasaktır… Ancak, AK Parti’nin, devlet imkanlarını kullanarak oluşturduğu ve kamuoyunda “havuz medyası” adı verilen medya tekeli, iktidar desteği ile devam ediyor. Aslında, benzer bir durum Türkiye’de, 1950-1960 yılları arasındaki Demokrat Parti (DP) iktidarı döneminde de yaşanmış. 1960 Anayasası’nda ve buna göre yapılan bazı yasal düzenlemelerle, medya tekeli büyük ölçüde önlenmişti. Ancak, 1983 yılında iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) iktidarı döneminde bu yasalar ciddi ölçülerde aşındırılmış; hatta, 1990’da, özel radyo-televizyon yayınları konusunda, güya “yurt dışından yayın” hullesi ile, Anayasa bile çiğnenmişti. Günümüzde, iktidar propagandası amacıyla oluşturulan havuz medyasına karşı adil işlem yapacak, herhangi bir yargı mercii olmadığı gibi, Radyo-Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) da, muhalif yayın organları ve yayınlar üzerinde, adeta Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmaktadır. Toplumsal yapımız ile ortak milli ve manevi değerlerimiz üzerinde oldukça zararlı etkileri olan, iktidar yandaşı havuz medyasındaki yayınlara hiçbir şekilde ses çıkarmayan RTÜK, adeta “gözünün üstünde kaşın var” dercesine, muhalif medya organlarına ve internet medya platformlarına karşı suç arayışı bakımından, adeta seferberlik halindedir. Toplumların (ve insanların da), kamusal anlamda, ülkelerinde ve dünyada olan-biten her konuda, “zamanında, yeterli ve doğru bilgi alma” hakları vardır ve devletler, bu hakkı engelleyebilecek her türlü durumlara karşı yasal ve kurumsal tedbirler almak zorundadırlar ki, bizde de bu, en temel Anayasal hükümlerden biridir… İnsanlar, gündelik olan bitenlerle ilgili olarak, zamanında, yeterli ve doğru bilgi sahibi olamadıklarında (ya da olmaları engellendiğinde), kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşması ve milli iradenin doğru bir şekilde ortaya çıkması mümkün olmaz!   “DEZENFORMASYON”DA HİTLER ALMANYASI ÖRNEĞİ Yakın tarihte, bu konudaki en bilinen örnek, Adolf Hitler dönemi Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı olan Joseph Goebbels’in uygulamalarıdır. Medya organlarını kullanarak, insanları sürekli olarak, sadece Hitler iktidarını desteklemelerini sağlama amaçlı dezenformasyon bombardımanına tutan Goebbels ve ekibi, Alman halkını, kendi ülkeleri başta olmak üzere, dünya gerçeklerinden koparmış, adeta Hitler’e tapacak hale getirmiştir. Henüz o düzeyde olmasa da, Türkiye’de de medya ortamı, Almanya’nın 1933-1945 dönemine bir hayli benziyor. Nasıl ki Goebbels, ülkede sadece Hitler’i destekleyen yayınları değil, sözde muhalif yayınları da kontrol ediyor idiyse, bugün Türkiye’de de, buna çok benzeyen bir durum yaşanmaktadır. RTÜK, verdiği cezalarla, “muhalif görünümlü” medya organlarının ve platformlarının, “gerçekten de muhalif olduklarına” halkı inandırmaya çalışıyor. RTÜK, sözde verdiği cezalarla, iktidar yandaşı medya organlarının ve platformlarının yayınlarından ve paylaşımlarından rahatsız olan toplum kesimlerini, sözde muhalif alternatiflere yönlendiriyor… Ne yazık ki, toplumun muhalif kesimlerinin, bunlardan başka, sürekli gündelik bilgi alma imkanları bulunmuyor. Uzun lafın kısası, “Müslümanım” diyenlerin Müslüman olmadıkları, “Atatürkçüyüm” diyenlerin Atatürkçü olmadıkları, “Türk milliyetçisiyim” diyenlerin gerçekte milliyetçi olmadıkları Türkiye’de “gerçek olan”, sadece “siyasi iktidar” ve sırtlarını ona dayamış olan, sayısız “soygun çeteleri”dir… Ne yazıktır ki, ülkemizin içine düşürüldüğü bu durumu halka anlatacak, ortada hiç kimse yok! Gördükleri gerçekleri kendi başlarına halka anlatmaya çalışan çok az sayıda insan var ve zaten onları toplayıp hapse tıkmak da iktidar için son derece kolay bir iştir. Bu şekilde yaratılmış olan korku atmosferi altında, başta iktidar uygulamaları olmak üzere, yurtta ve dünyada olan-biten gündelik olaylarla ilgili olarak, “gördükleri doğruları halka anlatma” hususunda, insanların cesaretleri kırılıyor.   İNTERNET, “ZARARLI GIDA SATILAN MARKET” GİBİDİR İnternet ortamlarında gerçekleri anlatma imkanı olmakla birlikte, insanların, internetten aldıkları bilgilerin ne derece doğru ya da yanlış, eski ya da yeni olduklarını araştırma ve bulma imkanları olmadığından, yapılan paylaşımlar ve yayınların etkileri, radyo, TV, gazete vb. gibi konvansiyonel medya organlarına kıyasla, hayli sınırlı kalıyor. İster konvansiyonel medya organlarında olsun, ister internetteki sosyal medya platformlarında olsun, kamuoyuna yönelik yayınlarda ve paylaşımlarda verilen bilgilerin, “zamanlarının geçmemiş, yeterli ölçüde ve doğru olmaları” şarttır. Aksi taktirde, aldıkları bilgiler insanların kafalarını karıştırır ve sağlıklı düşünmelerini engeller. Bu ise, hangi sahada olursa olsun, varlık sebepleri halkı sömürmek ve ülkeyi yağmalamak olanların işlerine yarar. İşin burasında da görev, toplumun okumuş ve aydın kesimlerine düşüyor. Ne var ki Türkiye, kendi aydınlarının ihanetlerine uğrayan ender ülkeler arasındadır. Son olarak, eğer okumadıysanız, Fransız filozof ve roman yazarı Julien Benda’nın (1867-1956), orijinal adı “La Trahison des Clercs (Din Adamlarının İhaneti)” olan, Türkiye’de “Aydınların İhaneti” adı ile yayınlanan ve oldukça beğenilen kitabını okumanızı ve ayrıca, devletten maaş alanlar dahil, “din pazarlamak”tan başka geçimlerini sağladıkları ve diğer insanlar yararına yaptıkları işleri olmayanlardan uzak durmanızı öneririm… _______________ (*) https://islamicity-index.org/wp/latest-indices-2022/
Ekleme Tarihi: 13 May 2025 - Tuesday

“DEVLETİN DİNİ ADALETTİR, ADALETİ OLMAYAN DEVLET DİNSİZDİR!”

Bir ülkede, halkın en fazla itibar ettiği kurumun, “yargı” olması gerekiyor. Çünkü yargı, devletin aslî görevi ve yükümlülüğü olan “adalet”i sağlayacak başlıca sistemdir. Herkesin, gayet iyi bildiği gibi, Hz.Ali (r.a.)Devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devlet dinsizdir!” diyordu… Ama, günümüzde (herhalde, din konusunda Hz.Ali’den çok daha yüksek ilim sahibi olmalılar ki) bazıları, “devletin dininin İslam olması gerektiği”ni iddia ederek, en tepeden en diptekine kadar A’dan Z’ye, tüm kamu işlerine, kendilerince İslami renk ve şekil vermeye kalkıyorlar.

Son birkaç yıldır yapılmakta olan “kamu kurum ve kuruluşlarının güvenilirlik ve itibar anketleri”nde, “en güvenilmeyen ve en itibarsız” kurum olarak, yargı sistemi açık ara öne çıkıyor; neyse ki, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) var da, güvenilmezlikte ve itibarsızlıkta, yargı en tepeye çıkamıyor!

 

İSLAM ÜLKELERİ, HER BAKIMDAN YERLERDE SÜRÜNÜYORLAR!

Öte yandan, Kur’an-ı Kerîm’de bildirilen ölçülere ve ilkelere göre, yeryüzündeki 153 ülkeyi kapsayan bilimsel değerlendirmelerde, 10 yılı aşkın bir süredir, sözde İslam ülkesi (57 devlet) denen ülkelerin tamamı yerlerde sürünüyor. İslâmî kriterlere uygunluk bakımından en iyi durumda olan sözde İslam ülkesi, 43. sıradaki Malezya. Peki, en son yayınlanan, 2022 yılına ait listenin tepesinde hangi ülkeler yer alıyor dersiniz? Listenin ilk 5 sırasında, sırasıyla Danimarka, İrlanda, Hollanda, İsveç ve İzlanda yer alıyor… Ya Türkiye?

https://islamicity-index.org” sitesinde ilk olarak yayınlanan 2015 yılı indeksinde 65. sırada olan Türkiye, yedi yıl sonra yayınlanan indekste, tam “35” kademe gerileyerek, 100. sıraya düşmüş bulunuyor! Buna benzer bir diğer durum ise, iktidarın, eğitim konusunda en iddialı olduğu İmam Hatip okullarında ortaya çıkıyor. Prof.Dr. Ziya Selçuk’un (Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde), 2020-2021 Eğitim Öğretim Yılı’nın bitimine yaklaşık bir ay kala, Konya ilini pilot bölge alarak, “İmam Hatip son sınıf öğrencilerinin inanç yapıları” konusunda yaptırdığı bir araştırmada, öğrencilerin %87’sinin, “deist” anlayışa sahip olduklarının ortaya çıktığına dair, medya organlarında ve sosyal medya platformlarında bazı haberler yer almıştı. Tüm bunların, İslam dinini dillerinden düşürmeyen AK Parti döneminde olması, çok ilginç bir ironi teşkil ediyor!

 

YAŞANAN HİÇBİR OLUMSUZLUKTA SORUMLULUĞU OLMAYAN İKTİDAR

Ülkede yaşanan olumsuzlukların hiçbirinde sorumluluğu asla kabul etmeyen ve tüm olumsuzlukların sorumluluğunu (en başta Ce-Ha-Pe olmak üzere), tümüyle muhalefetin üzerine atma konusunda fevkalade başarılı bir performans sergileyen AK Parti iktidarı, kendince “olumlu” olarak gördüğü her şeye ise, aynı başarı ile sahip çıkabiliyor. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı, geçen 19 Mart günü (sadece 24 saat içinde) ülkemiz sermaye piyasalarından 53 milyar Doların çıkış yapmasına sebep olarak, İmamoğlu’na destek amaçlı sokak gösterilerini gösterebilmiştir. Halbuki, o sokak gösterileri başlamadan çok önce, piyasalarda sermaye kaçış fırtınası başlamıştı. Gösterilerin yoğun bir şekilde yaşandığı daha sonraki günlerde ülkemizden çıkış yapan para, o ilk 24 saatte kaçan miktara kıyasla, devede kulak mesabesinde kalıyordu.

İktidara geldiği ilk günden bu yana, yoğun bir şekilde, savunma sanayiinde kat edilen merhaleleri, siyasetinin temel konusu olarak gündemde tutan AK Parti, yerli tank, yerli savaş uçağı, yerli uçak motoru vb. gibi stratejik projelerde kayda değer ilerleme sağlanamadığı halde, sürekli olarak, sağda-solda Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneğinden desteklenmekte olduğu konuşulan, saray damadının İHA ve SİHA üretimiyle (sanki, dünyada eşi-benzeri olmayan bir başarıymış gibi), abartılı bir şekilde övünmeye devam ediyor.

Son zamanlarda moda olduğu üzere, hepimizin tu-kaka ettiği “eski Türkiye”de, kamuoyu, bugüne kıyasla çok daha sağlıklı bilgi alma imkanlarına sahip olduğu için, gerek iktidar ve gerekse muhalefetteki siyasileri, çok daha iyi ve doğru bir şekilde değerlendirebiliyordu. İktidarı ve muhalefeti ile, günümüzün “yandaş medya” sisteminde, insanlar, hiçbir konuda “zamanında, doğru ve yeterli” bilgi alma imkanına sahip bulunmuyor. Durum böyle olunca, herhangi bir konuda hasıl olan kamuoyu kanaatleri, çoğu zaman gerçeklerden uzak oluyor. Bu durum, toplumun, siyasilerle ilgili sağlıklı değerlendirmeler yapmasına engel teşkil ettiğinden, seçimlerde ortaya çıkan “millî irade”, maalesef ülke ve devlet yönetimiyle ilgili “yanlışların devamına ve kronikleşmesine” neden oluyor.

 

“MEDYA TEKELİ”, TÜM ÜLKELERİN YASALARINDA SUÇTUR!

Dünyadaki belli başlı ülkelerin tamamında (ve güya Türkiye’de de), “medya sektöründe tekelleşme” suçtur ve yasaktır… Ancak, AK Parti’nin, devlet imkanlarını kullanarak oluşturduğu ve kamuoyunda “havuz medyası” adı verilen medya tekeli, iktidar desteği ile devam ediyor. Aslında, benzer bir durum Türkiye’de, 1950-1960 yılları arasındaki Demokrat Parti (DP) iktidarı döneminde de yaşanmış. 1960 Anayasası’nda ve buna göre yapılan bazı yasal düzenlemelerle, medya tekeli büyük ölçüde önlenmişti. Ancak, 1983 yılında iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) iktidarı döneminde bu yasalar ciddi ölçülerde aşındırılmış; hatta, 1990’da, özel radyo-televizyon yayınları konusunda, güya “yurt dışından yayın” hullesi ile, Anayasa bile çiğnenmişti. Günümüzde, iktidar propagandası amacıyla oluşturulan havuz medyasına karşı adil işlem yapacak, herhangi bir yargı mercii olmadığı gibi, Radyo-Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) da, muhalif yayın organları ve yayınlar üzerinde, adeta Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmaktadır. Toplumsal yapımız ile ortak milli ve manevi değerlerimiz üzerinde oldukça zararlı etkileri olan, iktidar yandaşı havuz medyasındaki yayınlara hiçbir şekilde ses çıkarmayan RTÜK, adeta “gözünün üstünde kaşın var” dercesine, muhalif medya organlarına ve internet medya platformlarına karşı suç arayışı bakımından, adeta seferberlik halindedir.

Toplumların (ve insanların da), kamusal anlamda, ülkelerinde ve dünyada olan-biten her konuda, “zamanında, yeterli ve doğru bilgi alma” hakları vardır ve devletler, bu hakkı engelleyebilecek her türlü durumlara karşı yasal ve kurumsal tedbirler almak zorundadırlar ki, bizde de bu, en temel Anayasal hükümlerden biridir… İnsanlar, gündelik olan bitenlerle ilgili olarak, zamanında, yeterli ve doğru bilgi sahibi olamadıklarında (ya da olmaları engellendiğinde), kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşması ve milli iradenin doğru bir şekilde ortaya çıkması mümkün olmaz!

 

“DEZENFORMASYON”DA HİTLER ALMANYASI ÖRNEĞİ

Yakın tarihte, bu konudaki en bilinen örnek, Adolf Hitler dönemi Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı olan Joseph Goebbels’in uygulamalarıdır. Medya organlarını kullanarak, insanları sürekli olarak, sadece Hitler iktidarını desteklemelerini sağlama amaçlı dezenformasyon bombardımanına tutan Goebbels ve ekibi, Alman halkını, kendi ülkeleri başta olmak üzere, dünya gerçeklerinden koparmış, adeta Hitler’e tapacak hale getirmiştir. Henüz o düzeyde olmasa da, Türkiye’de de medya ortamı, Almanya’nın 1933-1945 dönemine bir hayli benziyor.

Nasıl ki Goebbels, ülkede sadece Hitler’i destekleyen yayınları değil, sözde muhalif yayınları da kontrol ediyor idiyse, bugün Türkiye’de de, buna çok benzeyen bir durum yaşanmaktadır. RTÜK, verdiği cezalarla, “muhalif görünümlü” medya organlarının ve platformlarının, “gerçekten de muhalif olduklarına” halkı inandırmaya çalışıyor. RTÜK, sözde verdiği cezalarla, iktidar yandaşı medya organlarının ve platformlarının yayınlarından ve paylaşımlarından rahatsız olan toplum kesimlerini, sözde muhalif alternatiflere yönlendiriyor… Ne yazık ki, toplumun muhalif kesimlerinin, bunlardan başka, sürekli gündelik bilgi alma imkanları bulunmuyor.

Uzun lafın kısası, “Müslümanım” diyenlerin Müslüman olmadıkları, “Atatürkçüyüm” diyenlerin Atatürkçü olmadıkları, “Türk milliyetçisiyim” diyenlerin gerçekte milliyetçi olmadıkları Türkiye’de “gerçek olan”, sadece “siyasi iktidar” ve sırtlarını ona dayamış olan, sayısız “soygun çeteleri”dir… Ne yazıktır ki, ülkemizin içine düşürüldüğü bu durumu halka anlatacak, ortada hiç kimse yok! Gördükleri gerçekleri kendi başlarına halka anlatmaya çalışan çok az sayıda insan var ve zaten onları toplayıp hapse tıkmak da iktidar için son derece kolay bir iştir. Bu şekilde yaratılmış olan korku atmosferi altında, başta iktidar uygulamaları olmak üzere, yurtta ve dünyada olan-biten gündelik olaylarla ilgili olarak, “gördükleri doğruları halka anlatma” hususunda, insanların cesaretleri kırılıyor.

 

İNTERNET, “ZARARLI GIDA SATILAN MARKET” GİBİDİR

İnternet ortamlarında gerçekleri anlatma imkanı olmakla birlikte, insanların, internetten aldıkları bilgilerin ne derece doğru ya da yanlış, eski ya da yeni olduklarını araştırma ve bulma imkanları olmadığından, yapılan paylaşımlar ve yayınların etkileri, radyo, TV, gazete vb. gibi konvansiyonel medya organlarına kıyasla, hayli sınırlı kalıyor. İster konvansiyonel medya organlarında olsun, ister internetteki sosyal medya platformlarında olsun, kamuoyuna yönelik yayınlarda ve paylaşımlarda verilen bilgilerin, “zamanlarının geçmemiş, yeterli ölçüde ve doğru olmaları” şarttır. Aksi taktirde, aldıkları bilgiler insanların kafalarını karıştırır ve sağlıklı düşünmelerini engeller. Bu ise, hangi sahada olursa olsun, varlık sebepleri halkı sömürmek ve ülkeyi yağmalamak olanların işlerine yarar. İşin burasında da görev, toplumun okumuş ve aydın kesimlerine düşüyor. Ne var ki Türkiye, kendi aydınlarının ihanetlerine uğrayan ender ülkeler arasındadır.

Son olarak, eğer okumadıysanız, Fransız filozof ve roman yazarı Julien Benda’nın (1867-1956), orijinal adı “La Trahison des Clercs (Din Adamlarının İhaneti)” olan, Türkiye’de “Aydınların İhaneti” adı ile yayınlanan ve oldukça beğenilen kitabını okumanızı ve ayrıca, devletten maaş alanlar dahil, “din pazarlamak”tan başka geçimlerini sağladıkları ve diğer insanlar yararına yaptıkları işleri olmayanlardan uzak durmanızı öneririm…

_______________

(*) https://islamicity-index.org/wp/latest-indices-2022/

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve balikesirartihaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.